Ana sayfa 1960'lar 1968 Great Silence

Great Silence

1596
0

great-silence

1964 Yapımı Per un Pugno di Dollari ile Sergio Leone, o dönemlerde artık popülaritesini gitgide yitirmeye başlayan western türüne yepyeni bir soluk getirmişti. Akira Kurosawa başyapıtlarından Yojimbo’nun yeniden çevrimi olan bu filmde samurayların yerini kovboylar, yalnız kahraman Toshiro Mifune’nin yerini ise Clint Eastwood alıyordu. Bu filmle birlikte, sonraki yıllarda sinema tarihine damgasını vuracak üç efsane isim, yönetmen Sergio Leone, çocukluk arkadaşı besteci Ennio Morricone ve dönemin popüler televizyon dizisi Rawhide’ın genç yıldızı Clint Eastwood ilk kez biraraya geliyor ve bu birliktelik Per un Pugno di Dollari’yi, adına “spagetti western” denen ve 1960’lı yıllar boyunca çekilmiş, çoğunluğu İtalyan Sineması kaynaklı bir alt türün ilk önemli eseri haline getiriyordu.

Evet, belki bu film, türünün ilk örneği değildi. Ama bugün, o dönemde çekilmiş spagetti westernlerin sayısı üç basamaklı rakamlarla ifade ediliyorsa, bunda Per un Pugno di Dollari’nin payı çok büyüktü. Sonraki yıllarda Leone, Per Qualche Dollaro in Più, Il Buono, il Brutto, il Cattivo, C’era Una Volta il West ve Giù la Testa gibi birbirinden muhteşem filmlerle spagetti western türünü iyiden iyiye şaha kaldırırken, bu tür içine dahil edilebilecek özelliklerde filmler çeken başka hiçbir yönetmen, Leone filmlerinin vaat ettiği seyir zevkinin yanına bile yaklaşamıyordu. Ama işte tam bu noktada, bu duruma bir istisna teşkil eden ve spagetti western denince, adı Sergio Leone’den hemen sonra anılması gereken bir isim daha vardı: Sergio Corbucci.

Aslında Sergio Corbucci, Türkiye’deki sinemaseverler için çok da yabancı bir isim değil. Zira bir zamanlar Kanal-6 ya da HBB gibi kanallarda neredeyse her akşam gösterilen Terrence Hill & Bud Spencer ikilisinin başrollerini paylaştığı komedi filmlerinden bazıları Corbucci imzası taşıyan yapımlardır (hafızanızı tazelemeye yetecek bir afiş için tıklayın). Bunların yanısıra yine daha önceden televizyon kanallarımızda gösterilmiş olan spagetti western türünün en iyi örneklerinden Django ya da Türkçe’ye “Şirin Sahtekarlar” ismiyle çevrilmiş olan Anthony Quinn’li Bluff Storia di Truffe e di Imbroglioni gibi filmlerden de hatırlanabilecek bir yönetmendir kendisi.

Sinemasını ise üç döneme ayırmak mümkündür: Aralarında çok farklı türden filmler bulunmakla birlikte, genellikle İtalyan komedi ustası Totò’nun başrolünü üstlendiği komedi filmlerinden oluşan ilk dönem filmleri, 1960’lı yılların ortalarından 1970’li yılların başlarına kadar süren bir dönem boyunca çektiği oldukça sert ve kanlı spagetti western filmlerinden oluşan ikinci dönem filmleri ve sonrasında yeniden komediye ağırlık verdiği bol şamatalı serüven filmlerinden oluşan üçüncü dönem filmleri.

Yönetmenin 60’tan fazla filmden oluşan zengin filmografisinde, günümüzde en çok üzerinde durulan eserleri olarak, yukarıda ikinci dönem filmleri şeklinde bahsettiğim spagetti westernlerin; Django, Il Mercenario, Los Compañeros gibi her biri kendi hayran kitlesine sahip bu yapımlar arasında, başyapıtı olarak ise Il Grande Silenzio’nun biraz daha ön plana çıktığını söylemek mümkündür.

Yönetmenin başyapıtı olma payesini sonuna kadar hak eden Il Grande Silenzio, Utah’ın karlarla kaplı bir dağ kasabasında, vahşi batının en vahşi haydutları arasında geçen kanlı bir hesaplaşma ve intikam öyküsü üzerine kuruludur. Alışık olduğumuz tarzda iyi karakterlerin pek bulunmadığı; en masum karakterler olarak, hırsızlık yapmak için açlıktan ölmek gibi geçerli bir mazaretleri bulunan kanun kaçağı yağmacıların yer aldığı bu filmde, western sinemasında genellikle iyilerin tarafında görmeye alışık olduğumuz ödül avcıları da, bu kez soğukkanlı katiller olarak karşımıza çıkmaktadır.

Filmin konusunu biraz daha açmak gerekirse; Utah’ın Snow Hill kasabasında yaşayan ve kocası, Tigrero adında acımasız bir ödül avcısı tarafından öldürülmüş olan Paolina, kocasının intikamını alması için keskin bir silahşör olan Silenzio’yu tutar. Öte yandan, tek başınayken bile yeterince tehlikeli olan Tigrero, diğer ödül avcısı arkadaşlarını da kasabaya çağırmış, dağlarda yaşayan ve her birinin başı için ödül konmuş olan yağmacıların kasabayı bir sonraki ziyareti için toplu katliam planları yapmaktadır. Silenzio ve Tigrero arasında her geçen dakika artan gerilime, Snow Hill’i haydutlardan da, ödül avcılarından da temizlemeye kararlı, kasabanın yeni şerifi Burnett’in de dahil olması, her iki tarafın da işlerini bir kat zorlaştıracaktır.

Filmin ana kahramanı olan Silenzio, adeta Leone’nin dolar üçlemesinde Clint Eastwood’un oynadığı, pek fazla konuşmayan adsız kahramanın bir gelişmiş modeli gibidir: Hiç konuşmaz. Fransız Sineması’nın yıldızlarından Jean-Louis Trintignant’ın, bir İtalyan spagetti westerninde oynamayı ancak İtalyanca konuşmamak şartıyla kabul etmesi üzerine senaryo bu şarta göre düzenlenmiş ve böylece küçükken babasını öldüren ödül avcıları tarafından gırtlağı kesilerek hayatı boyunca sessizliğe mahkum edilen Silenzio’ya, ödül avcılarından nefret etmesi için bir sebep daha bahşedilmiştir. Ancak Trintignant, tüm film boyunca hiç konuşmasa da, karizmasını konuşturur; Silenzio rolünde dört dörtlük bir spagetti western kahramanına hayat verirken, oynadığı karaktere bu tür filmlerde kolay kolay rastlanmayacak türden hüzünlü bir hava katmayı da başarır.

Klaus Kinski ise Tigrero rolünde, şeytanı bile kıskandıracak performanslarına bir yenisini daha ekler. İnsanın kanını donduran bakışları, sanki her geçen dakika bir kat daha korkunç bir hale bürünürken, soğukkanlı ve alaycı replikleri ise tadından yenmez.

İşte bütün bunların üzerine, bir de Ennio Morricone’nin olağanüstü müzikleri eklenince ortaya çıkan bu muhteşem filmin, Leone başyapıtı Il Buono, il Brutto, il Cattivo’dan sonra tüm zamanların en iyi ikinci spagetti westerni olduğunu düşünüyorum şahsen; hem de dolar üçlemesinin ilk iki halkasına ve C’era Una Volta il West gibi bir başyapıta karşı da beslediğim tüm hayranlığıma rağmen.

Latif Güven
bob.leflambeur@mynet.com

Önceki makaleVivre Sa Vie
Sonraki makaleAzuloscurocasinegro
1982 Ankara doğumlu. Sinir stres kaynağı bir mesleği olduğundan toplumsal gerçekçi filmlerle pek arası yok. Sinemayı daha çok düşler alemine yapılan büyülü kaçamaklar olarak görüyor. Bu nedenle en sevdiği yönetmen Federico Fellini olup, kendisini bulutların üzerine doğru büyülü yolculuklara çıkaran tüm filmleri tür ve yapım yılı ayırt etmeksizin bağrına basıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here