Ana sayfa 2000'ler 2006 Hokkabaz

Hokkabaz

1312
0

El çabukluğu marifet mi, optik aldanma mı yoksa sahiden görmek istediğimiz mi? İllüzyon, sihir, büyü ya da büyük bir kandırmaca. Sihirbazlık gösterileri gerçeklerden beslenen yalanlardan ibaret. Kızılmayacak, hor görülmeyecek, eğlenceli yalanlar bunlar. Üstelik gerçekliğin referansını cebinde taşıyan, en azından herkesin gözü önünde söylenen masum yalanlar. Çocukluğun masumiyetine, yetişkinliğin şüpheciliğine kurnaz cevapları olan, gerçek malzemelerle sahte dünyaların kapılarını aralayan yalanlar.

Sihirbaz ve sihirbazlıkla ilk tanışmamı sağlayan biri gerçek, biri sanal iki kişi vardı. Sermet Erkin ve Mandrake.. Sermet Erkin, onu ilk gördüğüm ile son gördüğüm arasında neredeyse hiç değişim geçirmemiş gibi geldi. Mandrake gibi çizgi roman kahramanı da değil ki. Bunun da bir sihri vardır elbet ama onun gösterileri ve zerafeti kolay unutabileceğim türden değil. Bir de lamba cini fiziğine sahip yardımcısı Abdullah ile maceradan maceraya koşan filinta şahsiyet Mandrake vardı. (Tabi bir de ne gereği varsa aynı ismi kullanan başka bir yerli illüzyonistimiz.) Fazla meraklısı olmamama rağmen, onun maceraları içindeki gizemli karelerin bazıları hala taze kalabilmiştir.

Bir sihirbaz hızlı, güler yüzlü, zarif ve biraz da tekinsiz bir insandır. Çocukken veya bazı olgunlukların henüz yaşanmadığı ergenlik dönemi esnasında tanık olunan illüzyon gösterileri, özünde saf bir hayret yaratır. Belli bir noktadan sonra ne, nasıl yok oldu, nasıl geri geldi, bunların sebeplerine kafa yormak anlamsızlaşır, sadece yaşanan o anın keyfi çıkarılır. Gerçek illüzyon da bu noktada başlıyor zaten. Meseleye keyif almaktan ziyade şüpheci yaklaşan zihniyetlerde ise, kendisine söylenmiş olan yalanı kabullenememe baş gösterebilir. Hiç kafa yormayanlara pasifize oldukları, eğlendirici biçimde kandırıldığını kabullenemeyenlere de septik bir rahatsızlık içinde bulundukları yönünde eleştirilerde bulunsak da, en iyisi anın tadını çıkarmak olsa gerek. Çünkü sihirbazların bu çabaları, tıpkı soytarılarda olduğu gibi saygı duyulması gereken duygusal bir emekten ibarettir.

Cem Yılmaz’daki “toplumun soytarısı” imajına verilebilecek en iyi cevap belki de Hokkabaz filmiydi. İçindeki karakter zenginliğinin yansıması olan reklamlar, gösteriler ve sinema filmlerindeki gerçek ve gerçeğinden türemiş kopyalar da aslında çok önemli illüzyon gösterileriydi. Cem Yılmaz kendini çoğalttı, aslından suretler üretti, onları tek bir alana değil, her yere dağıttı. Hokkabaz’ın İskender’i bunlardan sadece biri, belki de en kırılganı. Sihirbaz asaleti, soytarı duygusallığı ve insan saflığı arasında sıkışmış bir İskender. Sevdiği işi yapma, ondan masum ihtiyaçlarını karşılayabilmek için para kazanma düşüncesiyle çocukluk arkadaşı Maradona ile birlikte turneye çıkma planları yapan İskender, Çanakkale Şehitliği’ne gitmeyi saplantı haline getirmiş, mesleğinden dolayı kendisini sürekli aşağılayan huysuz babası Sait’i de yanına almak zorunda kalıyor. Babasının yaşadığı külüstür karavanı da yanlarına alan üçlü, o yol filmlerinin bildik naif havasını solutan bir maceraya başlıyorlar. Her Şey Çok Güzel Olacak da bir yol filmiydi. Oradaki “yola koyulma” amacına nazaran daha masum bir (şehitlikle birlikte iki) misyon üstlenen filmin kendini koyvermiş hali çok sevimli ve bir o kadar da geniş zeminli. Filmin kahramanı tutunmaya çabalayan bir sihirbaz olunca, onun gerçek ile sanal arasındaki sıkışıklığını sunmayı hak eden en iyi kahraman örneklerinden biridir İskender tiplemesi..

Cem Yılmaz bir fenomen. Ünlü olduktan sonra bile sadeliğe duyduğu sevgiyi bastıramamış görünen, lüks içinde sürdüğü sanılan yaşamının aslında öyle olmadığını savunmak zorunda hisseden bir komedyen. Soytarı personasından gocunmaması, perde arkasında bunun aksini ispat edecek veya hakikatini en güçlü biçimde dilegetirmek için o soytarının etinden sütünden faydalanacak donanıma sahip olmasından kaynaklı belki de.. Maddi pozisyonunun, içinde olmaktan mutlu olduğunu düşündüğüm sıcak ve samimi basitliğinin önüne geçmesine izin vermemek gibi düzgün bir kaygısı var. Gösterisine giden insanları doyurup, kendi açlığını da senaryolaştırmak gibi zengin bir kimlik taşıyor. O gösterilerde doğru dürüst bir dekoru bile olmadığı yönündeki düşüncelere cevaben: “istesem burayı ışığa, lazere boğarım” benzeri bir cümlesi vardı. Bunu yapabileceğini G.O.R.A. ile kanıtlaması gerekiyordu kendince. O film, gösterilerde birikerek sıkışmış bir gazın patlamasıydı.Yaramaz bir çocuğun klişelerle, parodilerle, göndermelerle oynaması gereken oyunuydu. Bir nevi hokkabazlık denemesiydi. Hokkabaz ise, popüler manada ele alınan Cem Yılmaz kimliğinden beklenmesi pek olası olmayan, ama gerçek bir hokkabazlık gösterisi.. Daha doğrusu bir hokkabazın, bir sihirbaza dönüşümü.

Hokkabaz, son dönem yerli filmler arasında kuru kalabalıktan öteye gitme çabasına haiz birkaç sağlam neferden biri. Marathon Man’de maraton Thomas (Dustin Hoffman) için, De battre mon coeur s’est arrêté’de piyano Thomas (Romain Duris) için ne ise, sihirbazlık da İskender için o!. Bir kaybedenin hayata tutunma aracı. Üç kuruş maaşla kalabalık ailesini geçindiren ana-baba, çürümüşlüğün ortasında gönül verdiği sanatını icra etmeye çalışan bir sanatçı, gündelik hayatın telaşında, yorgunluğunda, acımasızlığında gerçek aşkı ve bağlılığı bulabilmiş bireyler.. Bunların adı sihirbazlık değil. Ama Cem Yılmaz’ın İskender bünyesinde sihirden, büyüden anladığı gerçekliğin yanar-döner hali bu fikire hiç de yabancı değil. Yaptığı illüzyon numaralarının sırlarını bilen İskender’in hayatın ve insanların sırlarına karşı hazırsızlığı, hayatını gösterileri ile kazanan Cem ve İskender’in meramını özetliyor sanki..

Her ne kadar hareket halindeki karavandan paraşütle atlayan, yaptığı iş yüzünden oğlunu hakir gören bir babanın, mantık ve hoşgörüye varan süreci pek tatminkar olmasa da (ve bu sebepten nakış gibi işlenebilecek bir baba-oğul ilişkisi ıskalanmış gözükse de), Cem Yılmaz’ın kendi canlandırdığı karakterin dışındakileri yeterince derinleştirmediği hissedilse de, skeç anlayışından, gittikçe oturduğu gözlenen bir senaryo düzenine doğru rota belirlediği fark ediliyor. Diyalogların sadeliği ve tanıdıklığı yanında, onları seslendiriş biçimi de Cem Yılmaz’ın artık kanıksanmış bir özelliği. Çok iyi bir oyuncu olduğu su götürmez. Gösterilerindeki anlatımları yanında karikatür çizercesine mimiklerini ve vücut dilini mükemmel kullanması, girdiği her kalıba bizi ikna edecek düzeyde. Bu kez de İskender olarak saf, dürüst ve duygusal bir ikna söz konusu. Daha önceki tüm karakterlerinde rastlanmayan naif duruş ile bir oyunculuk illüzyonu yaratıyor. Bu durumda da Mahzar Alanson, Tuna Orhan ve Özlem Tekin’in filme verimli bir şekilde eşlik etmelerinden başka bir şey söylemek çoğu zaman mümkün olmuyor. Ama bu verimli eşlikler sayesinde salt bir Cem Yılmaz egosu izlemekten de kurtuluyoruz. Ufak tefek aksaklıklarına rağmen içinde sıcaklığı ve samimiyeti muhafaza eden Hokkabaz, popüler kültür yaratığı kimliğine sahip Cem Yılmaz hayranlarını memnun edememe riski taşıyor. Ama öte yandan sinemacı Cem Yılmaz’ın geleceği için deste deste ümit taşıyor. Yönetmen ortağı Ali Taner Baltacı’nın değil de, Cem Yılmaz’ın fikri olduğu belli olan, Fatma’nın hikayesini anlattığı, video klip estetiği ve Guy Ritchie zıpırlığı ile kurgulanmış kısa bölüm ile neler yapabileceğini gösteren de bir yapısı var. Fakat işi fazla sulandırmadan tekrar sakinliğine ve kırılganlığına geri dönen yönüyle Sting’in Englishman In New York şarkısına benzettiğim bir film Hokkabaz.. O şarkı gibi huzurlu, o şarkı gibi hınzırlığını şımarmadan yaşayan bir gösteri..

Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com

Önceki makaleFull Monty, The
Sonraki makalePrestige, The
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here