Ana sayfa 2000'ler 2009 Tatarak

Tatarak

1199
0

Tatarak
Krzysztof Kieslowski, Andrzej Wajda ve Krzysztof Zanussi gibi Polonya Sineması’nda önemli yeri olan yönetmenlerin filmlerinde görüntü yönetmenliği yapmış olan Edward Klosinski’ye adanan “Tatarak” gerçek ve kurmaca iki öyküyü ölüm temasıyla birleştiriyor. Jaroslaw Iwaszkiewicz’in kısa hikâyesinden uyarlanan kurmaca kısım kanser nedeniyle çok az bir ömrü kalmış olan ve iki çocuğunu Varşova Ayaklanması’nda kaybeden bir kadının hüzünlü hikâyesini anlatıyor. Filmin gerçek hikâyesiyse Klosinski’nin oyuncu eşi Krystyna Janda’nın eşinin hastalığıyla mücadele etmesini ve sonunda eşinin ölümünü kabullenmesini bizlere monologlar hâlinde aktarıyor.

Ölümlerine çok az bir süre kalmış iki kanser hastasının yaşadığı son zamanları gerçek ve kurmacayla birleştiren Wajda insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini de bizlere özetlemiş oluyor. Yönetmen hikâyelerden ilkinde Janda’nın monologlarına yer vererek geride kalan eşin hikâyesini ekrana taşıyor. Daha sonra da ölümüne yaklaşan ve teselliyi genç bir adamda arayan Marta’nın dokunaklı öyküsü karşımıza çıkıyor. Bu sayede yönetmen ölümün iki taraf için de kabulünün zor olduğunu gösteriyor. Ölüme yaklaşan kadar sevdiğinin ölümünü kabullenmeye çalışan eş için de ölümün kabullenilmesi aynı derecede güç oluyor. Kurmaca olduğunu her dakikasında belli ettiği Marta’nın hikâyesi de en az Janda’nın monologları kadar içimizi acıtırken eğri otunun metaforik anlamı da yönetmenin hikâyesinin ana fikrini bizlere vurguluyor. Hoş kokusuyla insanı büyüleyen ve gelen yaz mevsimiyle ilgili yapılacak olan festivalde etrafı süsleyecek olan eğri otu diğer taraftan da ölümün habercisi oluyor. İki karakter bunu anladığında ise Wajda’nın filminde taşlar yerine oturuyor ve Janda’yla Marta artık tek bir karakter oluyor.

Kurmacayla gerçeğin aslında hiç birbirinden ayrılmadığı “Tatarak” gerçek hayat hikâyelerinden uyarlanan filmlerin aksine bir hikâyeyi gerçek bir hayat hikâyesine uyarlayarak da farklı bir anlatım yapısı geliştiriyor. Wajda başlarda ikisinin sınırlarını kesin çizgilerle belirlese de bir süre sonra iki hikâye de birbirinden beslenerek birbiriyle girift hâle geliyor. İşte o zaman ölüm teması “Tatarak”a egemen olarak kurmacanın sanal dünyasını kesip atıyor ve gerçekliği değiştirerek seyircilerde iz bırakmayı başarıyor.

Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com

Önceki makaleBrazil
Sonraki makaleEverlasting Moments
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here