Ana sayfa Roportajlar Yorgos Lanthimos Röportajı

Yorgos Lanthimos Röportajı

2547
0


Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde “Un Certain Regard” (Belirli Bir Bakış) bölümünde “En İyi Film” ödülünü kazanan Yunan filmi Köpek Dişi, üç genç kardeşin anne babalarıyla, sanki paralel bir evrende, farkında olmadıkları bir tutsaklıkta yaşadığı evde geçiyor. İşlevsiz bir ailenin toplumsal normların tamamen dışında yaşadıkları hayatı konu alan film, sıklıkla Michael Haneke filmlerine de benzetiliyor.

Electric Sheep dergisinden Pamela Jahn‘ın filmin yönetmeni Yorgos Lanthimos‘la yaptığı röportajı, Erdem Kormaz çevirdi.

Pamela Jahn: Köpek Dişi (Dogtooth, 2009) filminde toplum tarafından sorgulanmadan kabul edilen normları, kuralları ve mantığı terk etmiş olan bir aile hakkında bir hikâye anlatıyorsunuz. Sizi böyle bir konuya yönlendiren ne oldu?

Yorgos Lanthimos: Aslında böyle bir ailenin hikâyesi olarak başlamamıştı. En başında, genel olarak aile yaşamı ve ebeveyn olmanın gerçekten değişip değişmeyeceğini merak ediyordum. Günün birinde arkadaşlarımla sohbet ederken onların evlenip çocuk sahibi olmaları hakkında alay ediyordum çünkü günümüzde pek çok kişi boşanıp çocukların sadece anne veya babalarıyla büyüyor olmalarını düşündüğümde evlenmenin anlamsız olduğu sonucuna varmıştım. Aslında şaka yapıyorken bir anda söylediklerim hakkında son derece savunmacı bir tutuma büründüler. İyi bildiğim ve kendilerinden böyle bir tepkiyi asla beklemediğim kişilerin aileleriyle uğraşıldığında böyle tepki verebildiklerini görmüş oldum. Böylece, çocuklarını dışarıdaki dünyanın etkilerinden uzak tutarak onları yetiştirmenin en iyi yol olacağına inanmış ve bu şekilde ailesini korumaya ve sonsuza kadar bir arada tutmaya çalışan bir adam hakkında ilk fikirlere oluşmaya başladı.

Ancak, görünen o ki bu sadece çocukları dışarıdaki dünyadan uzak tutmanın biraz ötesinde. Ebeveynler çocuklarıyla oldukça acımasız oyunlar oynuyorlar ve onlara birşey öğretmiyorlar.

Öyle olmasının nedeni babanın çocuklarına karşı en iyi duyguları beslediğine inanması ve büyük bir bahçeye ve yüzme havuzuna sahip olan büyük bir evde onlara büyüyebilecekleri en iyi ortamı sağladığını düşünüyor olması. Ancak, çocukların dışarıya çıkmaya cesaret edememeleri için tüm o masalları ve korkuları yaratması gerekiyor. Bu aynı zamanda, doğdukları andan itibaren insanların zihinlerini nasıl etkileyebileceğinizi ve böylece dünyaya bakışlarını şekillendirebileceğinizi gösteriyor.

Ebeveynlerin çocuklarını neden böyle yetiştirmeyi tercih ettikleri hakkında bilgi vermemeyi tercih etmeniz de ilginç.

Evet, en baştan beri bu benim için çok önemliydi. Aksi taktirde bambaşka bir film olurdu – onları bu şekilde davranmaya iten nedenleri biliyor olsaydınız yaptıklarının doğruluğunu yargılamaya çalışabilirdiniz. Benim ilgimi çeken, onların davranışlarının sonuçları ve insanların zihinleriyle uğraşarak onlara inanmasını istedikleri şeylere inandırma konusunda ne kadar ileri gidilebileceğiydi. Bu çok tehlikeli birşey ve umarım film insanları tepki vermeye yöneltebilir çünkü görüldüğü üzere filmde herşey için çok geç. Er ya da geç bu infilak etmek zorunda.

Babası tarafından oğluyla seks yapması için eve getirilen Christina görünene kadar tüm bunlar iyi gidiyormuş gibi görünüyor. Christina, artacak şiddet olaylarını başlatan kişi olarak karşımıza çıkıyor.

Doğru, tetikleyici olan o. Ancak onun karakterinde beni büyüleyen bu belirsiz dünyaya girişi ile birlikte bu durumun ve çocuklar için baştan çıkarıcı olması. Örneğin, kızkardeşlerin büyüğünden bir şey istiyor ve sonrasında onunla ‘sana bunu veriyorum, sen bana neden onu vermiyorsun’ şeklinde bir pazarlık başlıyor. Christina’nın çocuklar üzerindeki gücünü hissedebiliyorsunuz. İşte bu, zayıf olan başkalarından yararlanarak cazibesini kullanması ve onun karakteriyle ilgili sevdiğim de bu. Eğer çok saf birisiyle bir anlaşma yapsaydım benzer bir şekilde davranarak ondan alabileceğimi almaya çalışabilirdim. Bunu neden yapmayalım ki?

Erkek çocuk biraz ana kuzusu olup özel bir ilgi görüyorken, kızlar daha olgun ve güçlü görünüyorlar. Farklı karakterlere sahip kardeşleri nasıl oluşturdunuz?

Kadınların erkeklere göre genellikle daha güçlü karakterlere sahip olduklarına inanıyorum. Onlar anasının gözü (gülüyor). Bu yüzden büyük oğlanın babasının gözdesi olması çok doğaldı. Aynı zamanda en çok çaba gösteren ve buna rağmen en az olgun görünen de o. Ancak erkeklerin cinselliklerini yaşamayı daha fazla hak ettiklerini ve kızlara göre daha fazla konuda yetki sahibi oldukları gerçeğiyle de ilgili bir şeyler yapmak gerekiyordu. Kızlara gelince, ebeveynler onların cinsellik konusundan eğitilmeye ihtiyaçları olmadığını düşündükleri için daha muhafazakar bir şekilde davranıyorlar. Kızlara yönelik bu davranışın sonucunda tuhaf bir durum ortaya çıkıyor. Erkekler seks yapabildikleri için gurur duyuyorlar. En azından Yunanistan’da bu zihniyet hakim. İtiraf etmem gerekir ki, biraz modası geçmiş zihniyet olsa da diğer ülkelerde de böyle olduğunu düşünüyorum.

Senaryo yazımı veya öncesinde ne kadar araştırma yaptınız?

Hiç araştırma yapmadık çünkü üzerinde çalıştığımız gerçeküstü bir hikayeydi. Sonrasında, provaları yaparken Avusturya’dan kızını bodrumda tutan ve onu bir hayvan gibi büyüten, ayrıca ondan bir çocuk yapan babanın hikayesi ortaya çıktı. Ancak yine de bizim yaptığımızdan çok farklı bir tarza sahip, daha karanlık ve tüyler ürpertici.

Vahşi bir anlatımı tercih ettiğiniz film aynı zamanda önemli bir mizah duygusuna da sahip. Sanki absürdlüğün kontrolden çıkıp bir çeşit normallik içinde yolunu bulması gibi tepetaklak olmuş bir komedi gibi hissettiriyor. Bu hikayede mizah sizin için neden bu kadar önemliydi?

Evet, bu doğru (gülüyor)…Söylediğiniz ilginç. Aslında bu konu hakkında hiç böyle düşünmedim ama benim için konuya yaklaşabileceğim tek yol buydu. Olayların derinine inebilmek için filmin büyük güzel bir bahçe ve güzel çocuklara tezat oluşturacak şekilde vahşi ve aynı zamanda mizahi olması gerekiyordu. Böyle tezatlıkların yaşanmasının yoğun ve güçlü hislerin ortaya çıkmasını sağladığına inanıyorum. Fazla dramatik olmak veya sadece şiddeti göstererek izleyicileri tek yönlü bir yaklaşımla zorlamaktansa ölçülü bir mizahi dil kullanarak ve tezatları göstererek daha etkili olunabileceğini düşünüyorum. Mizahla birlikte insanların farklı yönlerden de düşünmesini sağlayabilirsiniz ve bana göre bu daha varoluşsal bir deneyimdir. Yaptığım işlere her zaman mizah unsurunu da katmaya çalışırım. Aynı zamanda tiyatroda da sıklıkla çalışıyorum ve bir oyun üzerinde çalışırken orada genellikle pek mizah olmuyor. Dramatik veya trajik bile olsa her ne yapılırsa yapılsın olayların mizahi yönlerinin de dahil edilmesi benim için son derece önem taşıyor.

Çok açık olarak görülüyor ki şiddetin avukatlığını yapmıyorsunuz; çocukların yaptıkları eylemler bazı kötü olaylara yol açıyor. Öte yandan şiddet ve dans kardeşlerin kısıtlı özgürlüklerinden doğan hayal kırıklıklarını ifade edebilmelerinin tek yolu gibi görünüyor.

Genellikle fizikselliğe yakınım ve işlerin sadece bu şekilde yürüyebileceğine inanıyorum. Provalar sırasında oyuncularla sadece fiziksel olarak ilgileniyorum. Oturup onların bölümlerini analiz edip ne düşünmeleri ve karakterlerine nasıl yaklaşmaları gerektiğini söylemiyorum. Çok fazla analiz etmekten hoşlanmıyorum ve sanırım bu yüzden sadece fiziksel konularla ilgileniyorum. Özellikle filmlerde oyunculardan bir karakter olarak rol yapmalarını istediğimiz için bu bana daha gerçekçi geliyor. Zihinlerinde bir çerçeve oluşturmak istemiyorum. Sadece oynamalarını ve tam anlamıyla konuşmalarını istiyorum.

En başında filmlere görsel olarak nasıl yaklaşacağını hakkında net bir fikriniz oluyor mu?

Senaryo yazımında veya oyuncu seçimi sırasında hiçbir zaman bir filmi gözümde canlandırmıyorum. Provalara başladıktan sonra filmin nasıl görüneceği hakkında düşünmeye başlıyorum. Özellikle bu filmde bir yandan oldukça gerçekçi bir şekilde çekim yapılması gerektiğini düşünürken –az ışıkla dışarıda çekim yapmak gibi – öte yandan anlatımla birlikte gerçeküstü bir ifade olması gerekiyordu. Sanırım bu aynı zamanda benim film yapma anlayışımla da ilgili. Filme çok müdahale edildiğinde ve oyunculardan duygusal olarak filme çok dahil olmaları istenildiğinde bu bana yapmacık geliyor. Oyunculara hisleri dikte etmeye çalışmadığım gibi aynı şekilde seyircilere de öyle davranıyorum. Filmi biraz açık bırakarak izleyenler kendi anlayışlarına göre filmi algılamalarına imkan veriyorum. Bu nedenle insanları sonuca çok yönlendirmeden ancak herşeyi ortaya koyarak perdede olanlara reaksiyon göstermelerini istiyorum. Benim için bu kendi filmlerimde çok didaktik olmaktan kaçınmanın da bir yolu.

Köpek Dişi banliyö yaşamına atılan bir tokat gibi hissediliyor. Bu hisle birlikte, film aynı zamanda kişisel bir hikaye mi?

Hayır, kesinlikle tam tersi. Ben çok küçükken boşanmış olan ve 17 yaşında kaybettiğim annemle birlikte büyüdüm. Sonrasında, tek başımaydım ve okumak, çalışmak ve istediğim diğer şeyleri yapmak için hayata biraz erken atılmak zorunda kaldım. Bu nedenle, filmdeki karakterleri ve hikayeyi çok farklı bir bakış açısından gözlemleyebiliyorum. Ancak, eğer bir ebeveyn olursam nasıl davranacağımı gerçekten bilemiyorum. Eğer bana bugün çocuklarım olsa onları nasıl yetiştireceğimi sorarsanız özgürlüğü deneyimleyebilmelerine çalışırdım ve hayatın farklı unsurlarını mümkün olduğunca tanıyabilmeleri için şehir merkezinde yaşardım. Tabii şimdi bunları söylüyorum ama bir yıl veya daha sonrasında tekrar konuşursak bahçeli ve yüzme havuzlu bir banliyö evinde yaşıyor da olabilirim… kim bilir? Hayatın benim için ne getireceğini gerçekten bilemiyorum ama bazen zihnimizin bizi nasıl aldattığını görmek hayret verici olabiliyor (gülüyor).

Röportaj: Electric Sheep Magazine / Pamela Jahn
Röportajın orijinaline ulaşmak için tıklayın.
Çeviri: Erdem Korkmaz

Önceki makaleFish Tank
Sonraki makaleDogtooth
Edebiyatını oldukça sevdiği Amerikan sinemasıyla bazı istisnalar dışında bir türlü aradığı etkileşimi kuramadı. Avrupa (özellikle Fransız ve İtalyan) sineması başta olmak üzere ‘kendi sinemasını’ yapan tüm bağımsızlarla ilgileniyor. Yanıt veremediği sorulara sinemayla yanıtlar aramaya çalışıyorken çoğu zaman kendisini yeni sorular sorarken buluyor. Sadece sinema değil tüm sanat dalları ve özellikle edebiyat ile müziğin peşinde yaşamı ve kendisini anlamaya çalışıyor. Siteye şimdilik çeviri yaparak destek vermeye çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here