Ana sayfa 2010'lar 2010 Centurion

Centurion

1199
0

centurion
M. S. 117. Roma İmparatorluğu Mısır’dan İspanya’ya kadar, Doğu’da da Karadeniz’e kadar genişlemiştir. Fakat Kuzey Britanya’da fetihler gerilla taktikleriyle yenilmez bir düşman haline gelen Pict’ler tarafından durdurulmuştur. Bir sınır karakolunda görevli Quintus Dias (Michael Fassbender), Pict saldırısı sonucu hayatta kalan tek Roma’lı savaşçı olarak esir düşer. Daha sonra kaçmayı başarıp General Virilus’un ünlü 9. lejyonuna katılan Quintus Dias, vahşi Pict ırkını yok etmek için yola koyulan lejyonun pusuya düşürülmesiyle sağ kalan bir grup askerle önce Virilus’u kurtarmak için geri döner. Ama henüz küçükken ailesi Roma askerlerince katledilen, aynı zamanda usta bir iz sürücü olan Etain’in (Olga Kurylenko) liderlik ettiği bir grup Pict savaşçısından kaçarak hayatta kalmak, Dias ve adamları için öncelikli hale gelir.

İngiliz senarist/yönetmen Neil Marshall’ın dört filmlik artık iyice oturmuş, fakat oturduğu yerden bir türlü kalkamayan bir aksiyon şablonu var. Tuhaf ve vahşi yaratıkların (Dog Soldiers, The Descent), karantina altında yeni bir uygarlık oluşturmuş öfkeli bir ırkın (Doomsday), acımasız ve kurnaz bir başka savaşçı ırk olan Pict’lerin (Centurion) tehditi altında yaşam mücadelesi veren bir grup “iyi” adamın kanla yoğrulmuş maceralarını izliyoruz kendisinden. Bu bir grup iyi adamdan oluşan ekiplerde öne çıkan Cooper (Dog Soldiers), Sarah (The Descent), Eden Sinclair (Doomsday) ve Quintus Dias (Centurion) ise, kötülüğe karşı savaşta tek başına ayakta kalan Marshall kahramanları. Hani bir sonraki Neil Marshall filminin sadece konusunu okuyarak nasıl gidip nereye varacağını tahmin etmek hiç zor değil artık. Aslında Dog Soldiers, hele de The Descent, çok güçlü bir gerilim sinemacısının ayak seslerini güçlü biçimde duyurmaya başlamıştı. Fakat önce büyük hayalkırıklığı yaşatan Doomsday, şimdi de bu hayalkırıklığının da etkisiyle beklentileri düşüren Centurion, yönetmenin kendi kalıpları içine hapsolmuşluğunun son halkasını oluşturuyor.

Neil Marshall iyi bir yönetmen, buna şüphe yok. Ama iyi bir senarist olabilmesi için öncelikle bu şablondan sıyrılıp gerekirse farklı türlere doğru yolculuklar yapması gerekiyor bana kalırsa. Bunu tercih etmiyor olabilir. Zaten farklı türlere yolculuktan anladığı da, kendi şablonu içine oradan buradan katmaya çalıştığı alıntı sahnelerden ibaret. 1979’da Alien ile çağ atlayan “bir ekipten ayakta kalan tek kişi” formülü üzerine The Descent gibi çok güçlü bir tuğla koymasının ardından ısrarla (ama bu kez bilinçsizce) yenilerini eklemeye çalışmasının gereksizliği artık daha fazla göze batıyor. Marshall her zaman olduğu gibi sürükleyici bir av-avcı kovalamacasıyla aksiyon ve gerilim dengesini elinde tutmasını biliyor. Açılıştaki karakol baskını, ormanda kurulan Pict pususu ve finaldeki hesaplaşma bölümlerinde aksiyon dümenini çok iyi idare ediyor. Ne var ki, The Descent’ten farklı olarak kimin, ne şekilde hayatta kalacağını bilmek insanın canını sıkıyor. Senaryonun boyunu aşan kısmında ise ucu günümüze kadar uzanan birtakım milliyetçi okumalar, soylu köklerine, şöhretlerine ve güçlerine rağmen katliam, baskı, haksızlık ve tecavüzle beslenen Roma’lı askerler ve gerilla taktikleriyle terör estiren Pict’ler aracılığıyla kendini belli ediyor.

Alman-İrlanda karışımı bir aileden gelme Michael Fassbender’ın ünü haklı olarak artık Avrupa’yı da aşmış durumda. İyi bir oyuncuyu böyle vasat yapımlarda görmek hoş olmuyor. Üstelik filmde David Morrissey, Liam Cunningham, Dominic West gibi İngiliz sinemasının usta oyuncuları da yer almakta. Ziyan edilmiş bir Ulrich Thomsen’e hiç girmiyorum. Hepsi muhtemelen Neil Marshall isminin sağlayacağı krediye bir şekilde güvenmişlerdir. Olga Kurylenko’nun hiç konuşmaması da olumlu bir hareket olmuş. Casting sorumlusu Debbie McWilliams (ki kendisi Quantum Of Solace ve Hitman’in de sorumlusuymuş), Kurylenko’yu başarılı bir tehdit unsuru, fakat bir parça zorlama aksiyon kadını haline getiren Marshall’ın üstün kredilerine göz yummuş olmalı. Yine de Kurylenko ümitsiz bir vaka değil, işlendikçe daha da parlayacaktır. Michael Fassbender’ın ise kariyer plânları arasına -yönetmenlerin isimlerine aldanmaksızın- böyle filmleri artık almaması gerekiyor. Gerçi aldığı zaman da elinden gelenin en iyisini yapma çabası hissediliyor. Keşke bu çaba, özellikle senaryo yazım aşamasında Neil Marshall’da da hissedilse!


Osman Danacı

odanac@gmail.com

Önceki makaleYeni Çıkan DVD’ler: Kâğıt
Sonraki makaleI’ve Loved You So Long
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here