Ana sayfa Roportajlar Ulrich Seidl Röportajı

Ulrich Seidl Röportajı

1623
0

 

Models(1999), Hundstage (2001) ve Import/Export (2007) gibi sıradışı filmlere imza atan Avusturyalı yönetmen Ulrich Seidl, 2012-13 yılı içerisinde çok önemli bir üçlemeye imza attı. Cennet Üçlemesi adı verilen üçlemenin “Aşk” isimli ilk ayağında, yönetmen genç Melanie’nin annesinin seks turizmi için gittiği Kenya’da yaşadıklarını beyazperdeye taşırken, üçlemenin ikinci ayağı olan “İnanç”ta ise, Melanie’nin teyzesinin kendini ilahi aşka adamasını konu etti. Üçlemenin son halkasını teşkil eden “Umut”ta ise Seidl, zayıflama kampına giden Melanie’nin kampta çalışan ve yaşta kendisinden büyük olan bir doktora duyduğu aşkı anlattı.
Avrupa sinemasının en özgün ve dikkate değer isimlerinden olan Ulrich Seidl’le üçleme ve özel olarak da “Aşk” bölümüyle ilgili Austrian Film Commision’a verdiği söyleşinin çevirisini paylaşıyoruz.
Üçlemenin sadece ilk filmini gördüm. Üç filmin de cennet hakkında çeşitli fikirler içerdiğini düşünüyorum, burada şimdi ve sonrasında, hem arzulanan hem de erişilmesi imkânsız mutlulukla dolu bir yerde. Sizin filme dair gözlemleriniz, bu kez, karakterin arayışını, arzularını ve nafile de olsa çabalarını bir insanın hayatına ait olan gerçek şartlardan daha mı çok içeriyor?
Aslında ikisi de. Benim filmlerim her zaman hayatın ve toplumun bir envanteri ve yansımasıdır, çünkü biri diğerini belirler. Çünkü insanlar birini ararken, diğeri yolun kendisidir. Gerçek şartlar tatmin olmamış duyguların nedenleridir. Teresa Kenya’ya mevcut hayatında bulamadığı bir şeyi aramaya gidiyor. Cennet üçlemesi, hayallerini gerçekleştirmek için bir şeyler arayan üç kişinin arzuları üzerine üç öykü, sırasıyla her biri toplumumuzla ilgili. Teresa bir erkek bulmanın zor olduğu bir yaşta, çünkü artık geleneksel güzellik ölçütlerine uymuyor. Film ayrıca, her gün bize empoze edilip duran güzellik standartlarıyla da ilgili.
İlerleme esnasında, çeşitli farklı kadın karakterlerin hikâyede ön plana çıkarıldığı bir zaman oldu mu?
Tüm film senaryoları, tarif edilemez bir yaratım süreci geçirir. Cennet için, sadece bir yerden başladım, eşim Veronika Franz’la beraberdik, yazının nereye gideceği pek belli değildi. Asıl amaç üç kadın hakkında bir film yapmak değildi, turizm teması üzerine bir senaryo yazmaktı, bunun için de aklımda farklı farklı hikâyeler vardı. Bir tanesi de Kenya’ya giden bir kadının hikâyesiydi.
Hıristiyanlıktaki inanç, aşk ve umut fikirlerine hâlen nasıl anlamlar yüklenebilir?
İnançlı olsanız da olmasanız da hayatımızda önemli roller oynuyorlar. Herkes aşkı arıyor. Herkesin umudu var. İnançla ilgili ayrımlar yapmak zorundasınız ve onu daha geniş anlamda düşünmelisiniz. Çok az insanın kendisini inançlı olarak görmesine rağmen herkes bir şeylere inanmak istiyor. Madonna heykelleriyle ilgili hikâye kilise çerçevesi içinde Tanrı’ya olan inançla ilgili bir göreve dair. Genç kız umudu temsil ediyor. İlk aşkı tarafından hayal kırıklığına uğramışsa da umut etmek için oldukça çok vakti var.
Sizi turizm fenomeni hakkında bir film yapmaya iten neydi?
Kitle turizmi, tüm dünyayı kapsayan dev bir iş alanı. Çoğumuz ona dâhil oluyoruz. Bence onlarca yıldır en çok kâr getiren iş sektörü. Afrika’da işlerin nasıl yürüdüğüne baktığınızda, dehşete düşüyorsunuz, bu kıtanın çok farklı yanları da var tabi ki. Korkunç olduğu kadar güzel. Gerçek şu ki biz oraya kendi toplumumuzda bulamadığımız bir şeyi aramaya gidiyoruz, aslında bizler, zenginler, bu arayış için ödeme yaparken, fakirlerin de bundan yararlanıp para kazanması dünyamızı, sömürgeciliği bir bütün olarak tasvir ediyor, fakirle zengin, Batı ile Afrika arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.

 

Film, satın alınmış bir güçle belirlenen hiyerarşik ilişkileri tasvir ediyor, aynı zamanda şunu açıklıyor; buradaki insanlar birbirlerini cinsel, duygusal ya da finansal arzularının nesnesi haline getiriyor ve sonuç olarak kazanan kimse yok.

Kısa vadede, belki. Avrupalı kadınlar ve plajda çalışan genç erkeklerin ilişkileri her şekilde gelişebiliyor: bazıları hızlı ve kısa, diğerleri yıllar sürüyor; bazı kadınlar âşıklarını Avrupa’ya getirmeye çalışıyor ki her zaman boşa giden bir çaba bu. Bazı kadınlar da var ki âşıklarıyla Kenya’da ev kuruyorlar. Er ya da geç o da olmuyor. Orda bir umut var ama mutluluk genellikle uzun sürmüyor. Çoğu siyahi bir kadından ötekine gidiyor. Her seferinde bir şekilde bir kazançları oluyor ama eninde sonunda kaybediyorlar. Kenyalıların ve diğer Afrikalıların mantığı bizimkinden tamamen farklı. Benim bu erkeklerden tanıştıklarım kendi bütçelerini idare edemiyorlar mesela. Günlük yaşıyorlar. Biraz para kazandıklarında diğerleriyle beraber harcıyorlar ve para birkaç gün içinde havaya uçuyor. Hayata bakmanın başka bir yolu bu. Anlaşılması gereken bir şey de turistlerin olduğu bölgede durum oldukça uç noktada. Para kazanmak isteyen herkes oraya gidiyor. Sadece sahilde yaşayan yerliler değil para kazanmak isteyen herkes bu seks işçiliğinin içinde.
Yani bu, seks işçiliğinin, klasik ‘fahişe’lik anlayışından farklı bir biçimde de ortaya çıkabileceğinin mi bir göstergesi, ilişkiye benzer bir hal de alabilir mi?
Bu bahsettiğimiz gençlerin durumu için biraz da tavlamak işin içine giriyor. Kadınlara sevildiklerini hissettiriyorlar; lütufkâr ve nazikler. Yaşlıca kadınlar burada onlar için elde etmesi kolay olamayan bir şeyler buluyor. Erkekler oldukça düşünceli, yaş ve görünüş pek bir anlam ifade etmiyor. Hangi kadın bunu deneyimlemek istemez ki? Karşılığında kadınlar onlara, para vermek konusunda istekli oluyorlar çünkü bu erkekler sefalet içinde yaşıyor. Sonunda giderek daha çok vermek ve hatta ailelerini de desteklemek zorunda kalıyorlar.
Kenya’daki yapım çalışmaları nasıldı? Dil ve kültürel farklılıklar rolleri ve dolayısıyla oyuncu seçimini normalden daha mı zor kıldı?
Kenyalı erkeklerle tanışmak inanılmaz kolay. Tek yapmanız gereken plaja gitmek zaten etrafınız çevriliveriyor. Film, her şeyi olduğu gibi gösteriyor. Bir beyaz olarak, siz iş yapmak ve para kazanmak zorunda oldukları insansınız, bir beyaz olarak bundan kaçışınız yok. Tabi ki film çekimi tamamen farklı bir iş. Kast seçimi bile, sadece insanlara biraz ödeme yaptığınızda mümkün olabiliyor. Burada asla olmayacak bir şey. Gerekli olan her şeye sahip bir oyuncu bulmak da zor: kamera karşısında gerçekçi, güvenilir, kamera önünde bir ilişki yaşayabilecek biri. Problemler sadece uygun bulduğunuz şeylerin limitleriyle de sınırlı değil, bu erkeklerin hepsi baskı altında. Film ekibi olarak, plajda pek popüler olduğumuz söylenemezdi, çünkü insanların ihbarlarla ilgili kötü tecrübeleri vardı.  Başka bir problem de sözlerinde durmamalarıydı. Bazılarını seçiyorduk, birkaç ay sonra döndüğümüzde çoktan gitmiş ve başka yere taşınmış oluyorlardı. Kenya’da hayat burada olduğu kadar düzenli değil. Oyuncu seçimine, film çekimlerinden iki yıl önce başladım, seçilen insanları bir süredir tanıyordum, ama yine de onlara tam olarak güvenemiyordum. Her zaman için yeterince alamadıklarını düşünüyorlar. Bu durumun, Kolonileşme Dönemi’ndeki sömürgeciliğe dayanan derin kökleri var.  Sorunlarının sebebinin biz Avrupalılar olduğuna ve karşılığında onlara fazlasıyla para ödememiz gerektiğine inanıyorlar. Genel olarak haksız olduklarını söyleyemeyiz ama sizin yapmaya çalıştığınız şeyle ilgili olunca bu durum, işler çok zorlaşabiliyor.
Dil Almanca ve İngilizcenin karışımı olmasına rağmen gerçeklik, doğallık ve mizah diyalogda nasıl muhafaza edildi?
Bunun için pratik yaptık. Margarethe Thiesel oyuncularımızın harika bir üyesi, inanılmaz bir doğaçlama yeteneği var ve filmdeki asıl aşığı Peter, Almancayı filmdeki karakterinden çok daha iyi konuşabiliyor.  Filmde Almancasını aşağı bile çekti diyebiliriz, öbür türlü gerçekçi olmazdı zaten. Aslına bakarsanız, bu erkeklerin çoğu birkaç dil konuşmak zorunda, yoksa işlerini yürütemezler.
Filmde bir sürü inanılmaz eğlenceli sahne var, seyirci burada merak ediyor hangisi kurmaca hangisi araştırma sırasındaki gözlemlerinize dayanıyor?
Orada inanmamayı tercih edeceğiniz bir sürü şey görüyorsunuz diyebilirim. Tabi ki biz de kendi fikirlerimizi ekledik, fakat organizatörlerin otellerde yaptıkları her şeye dair hatırı sayılır sayıda araştırma da yaptık. Mizah ve tuhaflıklardan son derece memnumum, onların sayesinde film hem komediye hem hüzne sahip oldu. Her halükarda, izleyici üstünde bir etkisi olacak. Aynı anda, bir şeylere gülebilmeniz de gerekiyor
Hundstage’de birkaç farklı başrol var, Import/Export’da iki tane ve şimdi Cennet üçlemesinde her filmin kendi kahramanı var. Birbirini izleyen bir azalma ve yoğunlaşma var ve bu sefer parçalı bir anlatımdansa düz bir yapıyı tercih etmişsiniz. Neden?
Bu yeni ve itiraf ediyorum kullanmaktan da hoşlandım. Her film tek başına bir hikâye içeriyor. Başlangıçta, çekim için hazırlanırken, çoktan bir şey kafama takılmaya başlamıştı: Ya bu üç hikâye tek bir filmin içine oturmazsa? En baştan filmin nereye gideceğini asla bilmem, bu yüzden her hikâyeyi çekmeye karar verdim böylece her biri tam olacaktı ve tek başına durabilecekti. İlk başta yedi saat süren bir film hazırladık ve çok çeşitli bağlantılar denedik, üç hikâyeyi içeren bir film yapmak mümkündü ama çok büyük ve zor bir işti, çünkü fark ettim ki hikâyeler birbirini güçlendirmek yerine zayıflatıyordu. Kişisel sahnelerin yoğunluğuna rağmen, bir hikâyeden diğerine geçmek odaklanmayı imkânsızlaştırıyordu. Ayrıca, sadece anne ve kızın hikâyesini birleştirmeyi ve Madonna hakkındakini tek bir filmmiş gibi anlatmayı ve benzeri şeyleri de denedim. Sonra, bir gün anladık ki sahip olduğumuz malzemeyle en iyi sanatsal sonucu üç farklı film üreterek gerçekleştirebiliriz.
Röportaj:Karin Schiefer
Çeviri:Berna Tepeyüksel

Önceki makaleGoya’lar Sahiplerini Buldu
Sonraki makale32. İstanbul Film Festivali Yaklaşıyor
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here