Ana sayfa 2010'lar 2010 Çoğunluk

Çoğunluk

1761
0


Yeni Sinemacılar 1990’lı yılların sonlarında ortaya çıkmışlar ve Türk Sineması’na olan ilginin de etkisiyle bir araya gelerek “yeni” bir sinema akımı yarattıklarını beyan etmişlerdir. Manifestolarını “ekibin ortaya koyduğu sinema ne eski Yeşilçam geleneklerine saplanıyor, ne de Batılı trendleri kopyalayıp üzerine yapıştırıyor. Dolayısıyla adlarının önüne koydukları ‘yeni’, filmleriyle altını doldurdukları bir tanımlama” diye ifade etmişlerdir. Bu çerçevede Gemide, Laleli’de Bir Azize, Yeraltında Dünya Var, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Maruf  ve Takvagibi son dönem Türk Sineması’nın önemli filmlerine imza attılar. Sinema anlayışlarını ise “bu yaklaşımın belirgin özelliklerinden bir tanesi, Türkiye açısından toplumsal ağırlığı büyük olan ve buna rağmen fazlaca el değmemiş ya da klişe kalıplar içinde ele alınmış konuların, karakter odaklı dramalarda, rafine biçimde işlenmesi” şeklinde ortaya koymuşlardır.
Bahsedilen filmlere bakıldığında, işlenen temaların daha önce sinemamızda yer bulamamış olduğu, yaklaşım biçimlerinin ise tamamen özgün olduğu ve tabiri caizse “yeni şeyler” söylediği iddia edilebilir. İşçi sınıfı, Güneydoğu sorunu,12 Eylül’ün sonuçları ve İslami tarikatlar günlük hayatımızda fazlasıyla yer bulan toplumsal sorunlar ya da açmazlar olduğu halde sinema sanatına konu olamamış, dokunulmamış mevzular olarak kalmıştı. Bu durumun sebeplerinin hassas politik duyarlılıklar olduğu kuşkusuz ileri sürülecektir. Fakat bu konular bir biçimde sinemaya konu olacak ve toplumsal yüzleşmenin ilk adımları atılacaktı. Kuşkusuz bunu Yeni Sinemacılar denemişler ve büyük ölçüde başarmışlardır. Bilhassa Takva, İslami tarikatların işleyişini, iç işlerini, topluma bakışını, toplumun tarikata bakışını içeriden bir anlatım ve yaklaşımla ele almış ve sinemamızın bu alandaki ilk filmi, ayrıca son yılların da en önemli filmlerinden biri olmuştur. Zikredilen filmler iddia edildiği gibi karakter odaklı, içeriden anlatımlı ve yaklaşım biçimi açısından da özgündür.
Yeni Sinemacılara sonradan dâhil olan Seren Yüce de, Çoğunluk filmiyle daha önce işlenmemiş bir konuyla Türk Sineması’na giriş yaptı. Sosyal bilimlerde yeterince ele alındığı kabul edilebilen buna mukabil sinemamızda özgün olarak hiç değinilmemiş bir konu olan ve “Türk kimliği” diye ifade edebileceğimiz, toplumu tanıma adına fevkalade önemli olan bu tema nihayet özgün bir tarzda sinemaya konu oldu. Seren Yüce Türk kimliğini mikro ölçekte yani aileyi merkeze alarak tanımlamaya çalıştı. Orta sınıf, Sünni-Türk muhafazakâr bir ailenin nasıl yaşadığını, özellikle nasıl düşündüğünü, dünya görüşünü, hassasiyetlerini,’hoşgörüsüzlüğünü’ gerçekten çarpıcı bir biçimde gösterdi. Film bu anlamda, sosyolojik analizi izleyiciye görsel olarak gösterme ve düşünmeye sevk etme anlamında oldukça çarpıcıdır.
Çoğunluk, ağaçlık alanda spordan dönen baba ve oğlun art arda yürüme sahnesiyle başlar. Baba önde oğul ise arkadadır. Baba, oğluna “haydi oğlum” diyerek daha hızlı yürümesi gerektiğini ima eder. Filmin açılış sahnesi gidişat hakkında fikir verir. Babadan geride kalan ve yönlendirmeye muhtaç bir oğul portresi. Eve geldiklerinde temizlikçi kadına karşı hoşgörüsüz ve kaba davranışlar da ileriki sahnelerde olabilecekler hakkında ipucu verir.
Mertkan açık öğretim okuyan amaçsız ve babasının gölgesinde kalmış ve onun istediklerini yapmaktan bunalmış bir gençtir. Geleceğe dair bir planı yoktur. Evde annesi ve babası ile yaşamaktadır. Babasının annesine karşı ilgisizliği ve Mertkan’ın da bu durumdan nasiplenmiş olması hemen dikkat çeker. Babanın otoriter, buyurgan ve disiplinli tavırları Mertkan’ı sıkmaktadır. Yine filmin başlarında babanın park yerini kapatan aracın aynasını kırması, sorunlarını nasıl hallettiğini anlatır niteliktedir. Mertkan’ın Vanlı bir kızla ilişki kurması, babasının ve arkadaşlarının kızdan ayrılmaları gerektiğini ifade etmeleri ırkçı yaklaşımın tezahürleridir. Annenin kendini duygusuz insanların arasında hissetmesi de ailede kadının kendi konumunu sorgulamasına vesile olmaktadır. Mertkan’ın alkollü olarak kaza yapması, babasının devreye girmesi, haksız iken haklı konuma gelinmesi ve bürokrasinin işleyişi konusundaki bilgisizliği, babanın hangi insanlarla ilişki kurması gerektiği yolundaki nasihatleri, arabasının yapılmasını isteyen taksicinin tekme tokat dövülmesi, taksi parasını ödeyememesi ve babanın devreye girerek taksiciyi şiddete de başvurarak uzaklaştırması gibi olaylar Mertkan’ın hayatının akışını değiştirecek ve babasının yörüngesine girmesini sağlayacaktır.
Filme bütünsel olarak bakıldığında, etnik ve dinsel köken itibariyle Türkiye toplumunun çoğunluğunu oluşturan Sünni-Türk, dünya görüşü anlamıyla da muhafazakâr ve ekonomik seviye olarak orta sınıf hatta orta sınıfın üzerinde bir yaşam standardı olan bir ailenin hayata hangi pencereden baktığı ve dünyayı algılayış biçimi analiz edilmeye çalışılmıştır. Film oldukça gerçekçidir. Gerçekçiliğe kanıt ise filmi izlerken, bir kurmacayı değil de gerçeği, günlük hayatta karşılaşılan, yaşanan şeylerin izlenildiği hissinin verilmesidir. İzleyici kendini filmin içinde bulabiliyor ve özdeşleşme öğesine sıkça rastlıyor. Tabii bu özdeşleşme karşılaşılan sorunlar karşısında mutlaka “ben de öyle yapardım” şeklinde değil de, ”benim tavrım öyle olmaz şöyle olurdu” biçimindedir. Taksicinin arabasını yaptırmayıp üstelik de döverek yaka paça dışarı atma eylemini herkes olumlayamaz ama güçlünün zayıfı ezdiği acımasız bir Türkiye tahayyülü maalesef gerçektir. Çoğunluk da bu “kurala” uyar.
Çoğunluk, Türkiye toplumunda etnik ve dinsel manada sayısal çoğunluğa sahip Sünni-Türk kitleye ayna tutuyor. Son yıllarda artan toplumsal kutuplaşmanın günlük hayata nasıl yansıdığını ve sirayet ettiğini gösteriyor.”Öteki”ne karşı artık kanıksanmış, sıradanlaşmış bir tavır alış şekli olan zenofobinin (yabancı düşmanlığı) korkutucu boyutlara ulaştığını ve toplumu militaristleştirdiğini sarih bir biçimde ortaya koyuyor. Zenofobiye paralel olarak gelişen ve ‘sıradan faşizm’ şeklinde tanımlanan gündelik hayattaki ırkçılık, dışlayıcılık ve ötekileştirme gibi tezahürler bütün çarpıcılığıyla işleniyor.
Çoğunluk’ta militarizme yapılan vurgu dikkat çekicidir. Baba’nın arkadaşının Mertkan ile iki kez karşılaşması ve ikisinde de askere ne zaman gideceğini sorması, askerde iyi komando olabileceğini belirtmesi, askerliğin “vatan borcu”ndan daha da öte “dağda savaş”ı çağrıştırması manidardır. Yine babasının Mertkan’a “millet orda vatan için çatır çatır geberiyor, paşamız burada âlemden âleme koşuyor” ifadesi de militarizmin zihinlere yer ettiğinin ispatıdır. Çoğunluk’ta militarizmle birlikte atbaşı yürüyen erillik de toplumun çoğunluğunun yaşam biçiminin dayanağı olan bir haldir. Erkek egemen toplumda sorunların şiddetle, tehditle çözülmesine sık rastlanır. Filmde parası çıkışmayan Mertkan’ı bırakmayan taksicinin eril haliyle, babanın taksiciye karşı kullandığı eril hal birbirini tamamlar niteliktedir.
Diğer taraftan, Türk kimliğinin şekillenmesinde özellikle erkek çocuk ya da genç üzerindeki otoriter baba figürünün baskın rolü gerçekçi bir biçimde vurgulanmıştır. Erkek çocuğun anneye olan kayıtsızlığı, kadının konumunun evde oturan ve ev işleriyle uğraşan eş ve anne olarak idealleştirilmesi, aile içi iletişimsizliğin had safhada olması tipik sorunlar olarak öne çıkarılmıştır. Günlük hayat karşısında tecrübesizliği nedeniyle sorunlar yaşayan oğula, babanın işbitiricilik konusundaki rehberliği de takdire şayandır. Haksız bir konumda iken, edinilen çevrenin yardımıyla durumun tersine çevrilmesi toplumda oldukça sık karşılaşılan bir olgudur. Toplumda fiziksel gücün de sorunların çözümünde oldukça etkili olduğu, gerekirse başvurulması kaçınılmaz olan bir seçenek olduğu da vurgulanmaktadır.
Çoğunluk son yılların en önemli ve en çarpıcı filmlerinden biridir. Bizi bize anlatma, topluma ayna tutma gibi bir işlevi başarıyla yerine getirmiştir. Kanıksanan, içselleştirilen ve sorgulanmayan önyargılı görüşlerin nasıl hegemonik bir halde devam ettiğini göstermektedir. Gelecekte nasıl bir toplumun bizi beklediği hususunda da pesimist olmak için yeterince delil gösteriyor. Toplumsal kutuplaşmanın ulaştığı korkutucu boyut çok açık bir biçimde ortaya konmaktadır. Türkiye toplumunun çoğunluğunu oluşturan kesimin psiko-sosyal analizinden çıkan sonucun, demokratik bir toplumun oluşmasının önündeki en önemli engel olarak durduğu kötümser ama gerçek bir sonuçtur.
Hasan Hüseyin Akkaş
hhakkas@hotmail.com

Önceki makaleDocumentarist 6. İstanbul Belgesel Günleri Başlıyor
Sonraki makaleAvrupa Filmleri Karadeniz’de
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarih bölümünden mezun. Tarih okurken sosyoloji, siyaset bilimi ve edebiyata merak duydu. Yazmayı ve özellikle eleştirel yazmayı oldukça önemsiyor. Sinemaya olan ilgisi lise yıllarına dayansa da fakültedeki bir hocasının etkisiyle sinemaya ilgisi arttı ve izledikleri filmleri yazmayı önemsemeye başladı. Yerli filmleri yazmayı, kültürel unsurlara daha hakim olduğu düşüncesiyle daha çok önemsiyor. Amerikan klasik filmleri ile Avrupa sinemasını ve İran Sinemasını önemsiyor. İtalyan Yeni Gerçekçi sinema akımı ve bunun Türkiye'deki izlerini araştırıyor... Lattuada'nın şu sözünü sinema hakkında temel şiarı olarak benimsiyor:”Paçavralar içinde miyiz? Paçavralarımızı gösterelim. Yenildik mi? Felaketlerimize bakalım. Onlar mafyaya mı, Hipokrat sofuluğa mı, konformizme mi, sorumsuzluğa mı, hatalı eğitime mi borçluyuz? Borçlarımızı acımasız bir şereşilik aşkıyla ödeyelim ve dünya, gerçekle bu büyük savaşa heyecanla katılacak… Hiçbir şey bir ulusun tüm temellerini sinemadan daha iyi ortaya koyamaz”.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here