Ana sayfa 2000'ler 2008 Süt

Süt

2139
0
Zamanın Taşraya Yolculuğu
süt
 Süt, Semih Kaplanoğlu sinemasında çok önemli bir yeri olan Yusuf üçlemesinin ikinci filmidir. Üçlemenin ilk filmi olan Yumurta’da, Yusuf’un orta yaş diyebileceğimiz yılları anlatılıyordu. Süt’te ise taşradan ayrılmadan önceki yılları, ilk gençlik dönemi anlatılır. Süt, Yusuf’un neden taşradan ayrıldığı sorusunun cevabını verir. Yumurta’da olduğu gibi Süt’te de Kaplanoğlu sinemasının karakteristik özelliklerini görmek mümkündür. Minimalist sinemanın bütün özelliklerinin yansıtılması, kullanılan nesnelerin çağrıştırdığı imgeler, diyalogdan, duyguları ifade etmekten ziyade insanların yüzlerine yansıyan psikolojik durumlar filmin ayırt edici özelliklerindendir. Süt’te Yumurta’ya nazaran işlenen konunun veyahut anlatılan dönemin daha etraflıca işlendiği, olay örgüsünün görece muğlâklık taşımadığı, psikolojik durumun daha etkili olacak biçimde yansıtıldığı ve bu meyanda Süt’ün daha başarılı bir film olduğu söylenebilir.
Süt’ün açılış sahnesi oldukça çarpıcıdır. Genç bir kadın baş aşağı ağaçtan sarkıtılır. Hemen altında süt kazanı kaynamaktadır. Kazanın içine “okunmuş” bir kâğıt parçası bırakılır. Hemen sonra kadın öğürür ve ağzından yılan yavaş yavaş çıkar. Yılan bu sahnede bir çağrışım öğesi olarak kullanılmaktadır. Filmin ilerleyen sahnelerinde Yusuf’un annesi mutfağa yılan girdiğini iddia eder. Yine aynı yönteme başvurulur. Fakat bu sefer yılan süte gelmeyecektir. Daha sonra bir akşam eve geldiğinde Yusuf yılanı gerçekten görür ama bu kez de kayıtsız kalır. Bu kayıtsızlık annesine duyduğu öfkeden mi, yoksa başka bir nedenden mi, örneğin yaşama sevincini yitirdiğinden mi kaynaklanır bilinmez. Çünkü Yusuf mutfakta yılana rastladığı zaman kafası çok karışıktır. Hayatında bir şeyler ters gitmekte ve bilinmeze doğru yavaş yavaş ilerlemektedir.
Yusuf kasabada annesiyle yaşayan askerlik çağında bir gençtir. Ailenin temel geçim kaynağını süt ve süt ürünleri oluşturmaktadır. Basit sade bir yaşamları vardır. Yusuf edebiyata düşkündür ve şiir yazmaktadır. Yazdığı şiirleri de çeşitli dergilere göndermekte ve yayımlanmasını beklemektedir. Yusuf aynı zamanda yalnız bir gençtir. Akranlarıyla arkadaşlık kuramamaktadır. Filmin başında bir kızla baş başa olduğu sahne her şeyi ortaya koymaktadır. Kızla yan yanayken herhangi bir frekans yakalayamamaları, Yusuf’un kıza garip bakışları ve müzik yapan gençlere uzaktan bakışı Yusuf’un yalnızlığını ve farklı kişilik yapısını ortaya koymaktadır. Askerlik muayenesi için gittiği İzmir’de, kitapçıda, bir kızla diyalog imkânı bulur. Fakat askerlik yapamaz raporu Yusuf’un moralini bozacak ve vaat edilen buluşma da gerçekleşmeyecektir.
Aynı zamanda annesi de Yusuf’tan şikâyetçidir. Motosikletin patlayan lastiğini bir türlü tamir ettirmemesi örneğinde olduğu gibi annesi Yusuf’u duyarsızlıkla suçlamaktadır. Bir sahnede Yusuf’un nasıl yaşadığını betimlemektedir: “Sabah kalkıyorsun, kitap elinde, çık dışarı, havaya bak dur, toprağa bak dur. Çiçekti, böcekti…” Yusuf’un doğaya düşkün, şiir yazan, içedönük ve akranlarından ayrıksı yapısı annesi tarafından anlaşılamamaktadır. Yazdığı şiirleri öğretmenine vermesi ve ondan ilgi ve değerlendirme beklemesi buna karşın öğretmeninin kayıtsızlığı da bu bağlamda vurgulanmalıdır.
Epilepsi hastalığından dolayı rapor verilmesi ve askere gidememesi Yusuf için tam bir hayal kırıklığı olacaktır. Kötü gidişatın başlangıcı budur. Zaten akranlarıyla herhangi bir ortak yönü olmadığı gibi bir de askerlikten de “muaf” tutularak bir anlamda yadsınması Yusuf’u oldukça üzecektir. Hayal kırıklıkları birbiri ardına gelir. Müşteriyi kaybederek sütü satamaması, annesini bir arabaya binerken görmesi ve akabinde motosikletle giderken epilepsi nöbeti geçirerek kaza yapması Yusuf’un hayatının olumsuzluklara gebe olduğunun işaretleridir. Askere giden, basketbol ve bilardo oynayan gençlere bakan Yusuf, bir anlamda neden ben de onlar gibi değilim dercesine sokak lambasını patlatır ve kaderine sessizce isyan eder. Eve döndüğünde de mutfaktaki malum yılanı görür.
Filmin son bölümünde Yusuf annesini ve adamı takip eder. Bir göl kenarına, sazlıklara gelir. Silah sesiyle irkilir ve sazlıkların içinde ilerlemeye başlar. Sazlıklarda bir avcı dolaşmaktadır. Avcıyı takip eder. Tam avcının kafasına taşı vuracakken vazgeçer. Çünkü kenarda bir balık vardır ve onu tutar. Yusuf, kendi elinde balık, annesinin elinde ise tüyleri yolunan bir av hayvanı olduğunu düşler. Bu sahne bir anlamda Yusuf’un annesiyle yollarının ayrı olduğunu veya ayrılma zamanının geldiğini anlatır.
Filmin son sahnesi de gayet çarpıcıdır. Kafasında madenci kaskı ve feneriyle bir adam kameraya doğru yaklaşır. Bu Yusuf’tur. Bir sigara yakar ve çevreye bakmaya başlar. Yaklaşık dört dakika kadar devam eder bu sahne. İşler yolundayken ziyaret ettiği madenci arkadaşı, Yusuf’a, başka çare olmadığı için madende çalışmak zorunda olduğunu belirtmişti. Fakat Yusuf umutluydu ve başka bir yolun mümkün olduğunu iddia ediyordu. Kendisi de umutsuzluğa sürüklenince, işler yolunda gitmeyince çalışmak ve evden ayrılmak zorunluluğu doğunca arkadaşı ile aynı kaderi paylaştı ve madenci oldu. Bu son bir bakıma taşrada yaşayan gençlerin kaderi gibidir.
Semih Kaplanoğlu’nun Süt’ü tam anlamıyla yalnızlık filmidir. Hem de taşra yalnızlığıdır bu. Edebiyata meraklı, şiir yazan ve aynı zamanda içedönük bir kişilik yapısı olan, diğer gençler gibi olmaya da hevesli, duyarlı bir gencin filmidir. Çevresindekiler tarafından anlaşılamayan, kendini de gerektiği gibi ifade edemeyen, aslında böyle bir derdi de olmayan, yaşadığı çevrenin beklentilerinden farklı bir yönde olan taşralı bir gençtir bu. Filmin sonu aynı zamanda taşradaki gençlerin akıbetinin ne olduğuna vurgu yapar niteliktedir. Edebiyatçı da olsa, şiir de yazsa hayatın gerçeklerinin dayattığı zorunlulukların hayalleri ötelediğine ya da yıktığına işaret eder. Filmin oldukça gerçekçi olduğu da vurgulanmalıdır. Taşrada yaşayan, kabına sığmayan veyahut taşranın anlam dünyasının dışında bir şeyler yapmaya çalışan gençlerin hayatlarından bir kesit sunması hasebiyle de önemlidir. Bu konusuyla Süt’ün oldukça başarılı ve kendine özgü bir film olduğu belirtilmelidir. Filmde Yusuf karakterini canlandıran oyuncunun oldukça başarılı olduğu, yüz ifadeleriyle, mimikleriyle rolünü tam anlamıyla yerine getirdiği belirtilmelidir. Taşradan büyük kentlere gelen ve Yusuf’un duyarlılıklarına ve ilgilerine sahip gençlerin hayatlarından kesitler bulabilecekleri bir filmdir Süt.
Hasan Hüseyin Akkaş
hhakkas@hotmail.com
Önceki makaleOnur Ünlü’den Yeni Film: İtirazım Var
Sonraki makalePleasantville
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarih bölümünden mezun. Tarih okurken sosyoloji, siyaset bilimi ve edebiyata merak duydu. Yazmayı ve özellikle eleştirel yazmayı oldukça önemsiyor. Sinemaya olan ilgisi lise yıllarına dayansa da fakültedeki bir hocasının etkisiyle sinemaya ilgisi arttı ve izledikleri filmleri yazmayı önemsemeye başladı. Yerli filmleri yazmayı, kültürel unsurlara daha hakim olduğu düşüncesiyle daha çok önemsiyor. Amerikan klasik filmleri ile Avrupa sinemasını ve İran Sinemasını önemsiyor. İtalyan Yeni Gerçekçi sinema akımı ve bunun Türkiye'deki izlerini araştırıyor... Lattuada'nın şu sözünü sinema hakkında temel şiarı olarak benimsiyor:”Paçavralar içinde miyiz? Paçavralarımızı gösterelim. Yenildik mi? Felaketlerimize bakalım. Onlar mafyaya mı, Hipokrat sofuluğa mı, konformizme mi, sorumsuzluğa mı, hatalı eğitime mi borçluyuz? Borçlarımızı acımasız bir şereşilik aşkıyla ödeyelim ve dünya, gerçekle bu büyük savaşa heyecanla katılacak… Hiçbir şey bir ulusun tüm temellerini sinemadan daha iyi ortaya koyamaz”.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here