Ana sayfa 1960'lar 1966 Ah Güzel İstanbul

Ah Güzel İstanbul

3923
0

ah-güzel-istanbul

Türk sinemasının nitelikli filmlerinin çoğu, sosyo-kültürel değişimin toplum bünyesinde meydana getirdiği- olumlu ya da olumsuz ki genellikle olumsuz oluyor- başkalaşmaya odaklanan, değişimin yönünü ve ortaya çıkardığı sonuçları gerçekçi bir biçimde ortaya koyan filmlerden oluşuyor. 1950’lerde başlayan ve 60’larda kendini iyice hissettiren toplumsal değişme sinemaya da yansımış bu çerçevede önemli filmler yapılmıştır. Değişim ve dönüşümle birlikte gelen kültürel yozlaşma ve bunun eleştirisi sinemamızda sık rastlanmayan bir tema olsa da önemli örnekleri olduğu kuşkusuzdur.

Sinemamızda değişimin öncüsü ve yenilikçi Atıf Yılmaz’ın görece muhafazayı öne çıkaran bir filmle izleyiciyle buluşması dikkate şayandır. Bu durum, 1960’ların zihniyetiyle ve filmin senaristlerinden birinin Ayşe Şasa olmasıyla alakası olabilir. Zamanın ruhunu iyi tahlil eden Yılmaz, değişen koşullara göre film yapabilmesi ve kendini yenileyebilmesi ile de Türk Sineması’nda ayrı bir yere sahiptir.

Lütfi Akad’ın ‘Gelin-Düğün-Diyet’ üçlemesinde görüldüğü üzere, kırsaldan kente göç ile geleneksel yaşam tarzının çözülüşü ve kadının değişen statüsü gibi makro konulara gerçekçi bakışlar sinemamızın niteliğini yükselten ve toplumsal meselelere doğru yaklaşan filmlerdir. Yine bu bağlamda 1980’lerin müzik anlayışındaki değişime odaklanan Yavuz Turgul’un ‘Muhsin Bey’ filmine de değinilmeden geçilmemelidir. Prensip sahibi, Türk sanat musikisine düşkün ve değişen müzik anlayışına daha doğrusu arabesk müziğe karşı bir adamın, köyden kente meşhur olma hayaliyle gelen bir türkücüyle kesişen yolu ve gelişen olaylar anlatılır. Burada da değişim, dönüşüm ve bununla birlikte gelen yozlaşmaya karşı duruş mücadelesi filmin asıl temasını oluşturur. Yazımızın konusu olan Aaaah Güzel İstanbul, tür olarak nostaljik öğeler, dram, mizah ve hatta kara komedi gibi yönleriyle öne çıksa da sosyolojik bir bakış ve değişimle ilgili kaygılar yoğun biçimde hissettiriliyor.

Aaaah Güzel İstanbul filminin temel derdinin, yavaş yavaş kendini hissettiren sosyo-kültürel değişimi odak noktasına alarak, bu toprakların kültürünün korunması gerektiğini ve yozlaşmaya karşı direnç göstermenin elzem olduğunu savunduğu söylenebilir. Batı menşeili müziğe Türkçe sözler yazarak oluşturulan köksüz ve melez müziğin yeni gelişen popüler kültüre teşne biçimde paralellik göstermesi filmin sorunsallarından birisi ise de temelde geçmişe, tarihe, kültüre saygı ve nostaljik öğelere özlemle birlikte, bin yıllık medeniyetten yeni bir kültür ve yaşam biçimi oluşturulamamasının eleştirisi de yer almaktadır.

Film seyyar fotoğrafçılık yapan görmüş geçirmiş ve fakat zamanla iflas etmiş bir eski İstanbul beyefendisinin, İzmir’den İstanbul’a artist olmak için gelen genç kızla kesişen yolunu anlatıyor. Görmüş geçirmiş adam Haşmet, genç kız Ayşe’yi yolundan döndürmek ve bu işlerin sandığı kadar kolay olmadığına ikna etmek için çalışsa da Ayşe vazgeçmez istemez. Ayşe artist olma denemelerinde başarısız olur ve vazgeçerek Haşmet’in yanına döner. Yeni bir hayat planlarlar ama Haşmet’in iş bulma konusunda başarısız olması, Haşmet’i, Ayşe’ye yoz müzik yaptırarak kolay para kazanmaya zorlar. Haşmet yaptığı yanlışın farkına varsa da artık çok geçtir. Ayşe’nin yeni ve lüks yaşamdan vazgeçmek istememesi ve Haşmet’in de bu işi içine sindirememesi sonucu ayrılırlar. Herkes kendi yoluna gitmiştir. Haşmet gönülsüz de olsa zengin bir kadınla evlenmeye ikna edilir. Ayşe de lüks yaşama dönmüştür. Gelişen olaylar sonucunda Haşmet haklı çıkar. Ayşe işlerin iyi gitmemesi sonucu yeni besteler için Haşmet’in yardımına ihtiyaç duyar. Boğazda kayıklar içinde yapılan hesaplaşma aradaki ilişkinin tamamen bittiğini gösterse de Ayşe’nin intihar girişimi her şeyi değiştirecektir.

Haşmet’in iskele sahnesi filmin vermek istediği mesajın özeti gibidir. İstanbul’a ve boğaza bakarak duyduğu hayranlığı dile getirerek, ‘atalarının da bu sulardan geçtiğini’ belirtmesi, ‘Orta Asya’ya ve Viyana kapılarına’ atıfta bulunması hem geçmişe karşı duyulan saygıyı hem de bu tarih karşısında gereği gibi layık olunamadığını ifade etmek istemektedir. Geleneğe ve tarihe duyulan saygının yanında hamasi unsurlar da yok değildir. Devamında ise Türk sanat musikisi eşliğinde yapılan boğaz gezintisi, güzel İstanbul’dan ne kastedildiğini net biçimde ortaya koymaktadır. Görece bozulmamış tarihi doku, yalılar, kayıklar ve hâlen yağmalanmamış İstanbul’un olağanüstü güzelliği siyah beyaz da olsa net biçimde gösterilmektedir. İstanbul’un, tarihin ve çevrenin muhafazasına ve orijinalliğe verilen önem söz konusudur burada.

‘Gündüz çorbacı gece meyhaneci’ olan Rıfkı’nın yerinde yapılan akşam muhabbetinde, sinema emekçisi Şefik’in düzen eleştirisi gayet manidardır. Artık hiç kimsenin, kabiliyete, bilgiye ve tecrübeye önem vermediğini, çabuk şöhretin ve kolay paranın mevcut sistemin amentüsü hâline geldiğini vurgular Şefik. Haşmet’in milli hastalığımız dediği ‘her şeyin kolayına kaçma’ ise emek vermeden ve çalışmadan değişim ve dönüşüme adapte olarak zahmetsizce para kazanmanın kolay yolu olarak eleştiriliyor. Sohbet esnasında Haşmet’in, resmini çektiği, artist olmak için İzmir’den gelen kızdan bahsederek işin aslını öğrenmek için kaldığı pansiyondan bahsetmesiyle olaylar gelişir.

Haşmet’in çalı çırpı toplarken ve genç kızın durumunu düşünürken medeniyete dair iç konuşmaları oldukça çarpıcı ve bir anlamda sürdürülebilir bir medeniyet oluşturulamadığı dair net bir eleştiridir: ‘Ah ihtiyar medeniyet, çocuklarına sağlam, yepyeni bir Dünya kurmaktan bunca aciz misin! Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin süslü yalanlarla mı besleyeceksin’. Medeniyetimizden kendine özgü ve yeni bir biçim ve içerik üretemeyip, kültürel yozlaşmaya maruz kaldığımıza dair açık bir eleştiri söz konusudur. Batı’dan gelen her şeyin mutlak anlamda müspet olamayacağı, toplumsal dokuya zarar veren birçok şeyin eleştirilmeden kabul edildiği vurgulanmaktadır. Değişime, dönüşüme karşı çaresiz kalmanın ve toplumsal pasifizmin özeti gibidir Haşmet’in sözleri.
Haşmet’in işgüzar arkadaşının meyhanede söylediği, ‘yerli müziğimizi alaturkalıktan kurtarmak ve alafrangalaştırmak için sosyal etütler yapıyoruz’ ve ‘anlayacağınız halkımızın zevkini Batılılaştırmaya ve bayağılıktan kurtarmaya çalışıyoruz’ şeklindeki sözleri esasen belirli bir zihniyetin dışavurumu ve eleştirisidir. Haşmet’in, ‘halk bu müziği beğenmezse’ sözüne karşılık olarak da, ‘beğenir, beğenmezse alıştıracağız, halk iyiye, doğruya gerçeğe ne zaman kapalı olmuştur’ diye karşılık verir. Batılılaşmanın dayatmayla ve peyderpey ilerleyen, neticede amacına ulaşan bir süreç olduğu çok sarih biçimde ortaya konuyor. Meyhanede çıkan arbede sonucu müzik misyonerlerinin yakayı zor kurtarıp kaçmaları ve kaçarken de kültür hizmeti sözü üzerine, Haşmet’in, ‘kültür hizmeti ha, anası babası belli olmayan kozmopolit maskaralar’ sözü korumacı ve tepkisel tutumun somut bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Toplumun kendi öz müziği varken Batı’dan müzik ithal edilmesi ve bunun da adeta misyoner ve kolay para peşindeki insanlar tarafından müjdelenmesi eleştirilen bir husustur. Halkın zevkinin daha doğrusu bu toprakların müziğinin bayağılığı gibi bir yaklaşımın, modernleşmenin her safhasında savunucuları olmuştur. Filmde Batı müziğinin ülkeye sokulması yozlaşma ve toplumsal bünyeye uygun olmayan bir müzik biçimi olarak eleştirilse de, genel olarak Yeşilçam filmlerinde Batı müziğinin ve dansının içselleştirildiği görülür. Bu bağlamda sıra dışı bir filmdir Ah Güzel İstanbul.

Film boyunca Haşmet’in ağzından hiç düşmeyen sigarası, fondaki İstanbul ve Türk sanat musikisi, Haşmet’in iç konuşmaları filmi nostaljik öğelerle dolu, İstanbul ve yerli kültür yerli müzik güzellemesi yapmaya fazlasıyla yetiyor.

Aaaah Güzel İstanbul, 1960’larda sıkça tartışılan sosyolojik değişmeye ve bu değişime karşı konum almak gerektiğinin lüzumuna işaret eden tam anlamıyla yerli bir filmdir. Filme bugünden bakıldığında nostaljik öğeler öne çıkmaktadır. Eski İstanbul ve yerli medeniyet-kültür güzellemesi fazlasıyla işlenmektedir. Film siyah beyaz olduğu için görsel anlamda İstanbul ve boğaz dışında göze çarpan fazlaca bir şey yoktur. Sadri Alışık, ağzından hiç düşmeyen Sipahi marka sigarası, yer yer komik ve dramatik diyalogları ve iç monologuyla müthiş oyunculuğunu ortaya koymuştur. Ayla Algan’ın oyunculuğu takdire şayan olmakla birlikte, Türk sinemasının karakter oyuncularının müthiş katkıları görmezden gelinmemelidir. Genç Erdal Özyağcılar’a da bilhassa dikkat edilmelidir. Türk sinemasında çok kıymeti bilinmeyen belki biraz da muhafazakârlığı çağrıştırdığı için görmezden gelinmiş önemli bir filmdir Aaaah Güzel İstanbul.

Hasan Hüseyin Akkaş

hhakkas@hotmail.com

 

Önceki makale35. İstanbul Film Festivali Önerileri
Sonraki makaleHitchcock/Truffaut
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarih bölümünden mezun. Tarih okurken sosyoloji, siyaset bilimi ve edebiyata merak duydu. Yazmayı ve özellikle eleştirel yazmayı oldukça önemsiyor. Sinemaya olan ilgisi lise yıllarına dayansa da fakültedeki bir hocasının etkisiyle sinemaya ilgisi arttı ve izledikleri filmleri yazmayı önemsemeye başladı. Yerli filmleri yazmayı, kültürel unsurlara daha hakim olduğu düşüncesiyle daha çok önemsiyor. Amerikan klasik filmleri ile Avrupa sinemasını ve İran Sinemasını önemsiyor. İtalyan Yeni Gerçekçi sinema akımı ve bunun Türkiye'deki izlerini araştırıyor... Lattuada'nın şu sözünü sinema hakkında temel şiarı olarak benimsiyor:”Paçavralar içinde miyiz? Paçavralarımızı gösterelim. Yenildik mi? Felaketlerimize bakalım. Onlar mafyaya mı, Hipokrat sofuluğa mı, konformizme mi, sorumsuzluğa mı, hatalı eğitime mi borçluyuz? Borçlarımızı acımasız bir şereşilik aşkıyla ödeyelim ve dünya, gerçekle bu büyük savaşa heyecanla katılacak… Hiçbir şey bir ulusun tüm temellerini sinemadan daha iyi ortaya koyamaz”.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here