Ana sayfa Elestiri 1970’ler Amerikan Sineması’nda Toplumsal Değişimin İzleri

1970’ler Amerikan Sineması’nda Toplumsal Değişimin İzleri

2850
0

hard-hats-rednecks-and-macho-men-class-in-1970s-american-cinema-Front-1

1960’lı yıllarda başladığı görülen, Avrupa ve Amerika’da 69’lara kadar süren gençlik ve özgürlük hareketi, sadece basit bir gençlik hareketi ve protesto olarak algılanmamaktadır. Avrupa ve Amerika’da gençlik, Afro-Amerikalılar, kadın ve hatta alt sınıfında haklarını içeren ve hızla tüm dünyaya yayılan bu özgürlük, isyan ve protesto hareketlerinin, özellikle Amerika’da, Vietnam’dan yaralı, sakat ve tabutlarda dönen Amerikalı askerlerin acıklı tablosu bu hareketin ve protestoların başlangıcındaki payının büyük olduğunu göstermektedir.(1)

Bunun yanısıra askerlerin “özgür dünyayı”, “demokrasiyi” ve “medeniyeti” savunmak için orada oldukları söylenmekteydi. Fakat askerlerin yaşadıkları gerçek bu açıklamaları paramparça etti. Savaş alanındaki Amerikan askerleri, onlardan daha barbarca davranmaları, fakirleri, silahsız köylüleri, kadınları, çocukları, yaşlıları terörize etmeleri, katletmeleri istendiğinde medeniyeti savunduklarına inanmakta güçlük çekiyorlardı.(2) Amerika’da kadınlar eşlerini, çocuklar babalarını kaybederken, ordu bir yandan öğrenci kampüslerinde başta Afro-Amerikalılar olmak üzere İspanyol gençleri ve diğer etnik üniversite öğrencileri olmak üzere gençleri Vietnam’daki savaşa göndermeye ikna etmeye çalışıyordu. Tam da bu nedenle, özgürlük ve protesto hareketlerinin yayılıp isyan hareketlerine dönüşmesinde ve büyümesinde başlangıç fitilinin ateşlenmesinde, Amerika’da özgürlükler ve haklar başkaldırısının ağırlıklı üniversitelerde başlamış olmasının başında bu faktörler yer almaktadır.

Gençlik protestoları olarak başlayıp hızla yayılan bu hareket gitgide büyüyerek, gençlik ve kadın hakları, Afro-Amerikalıların eşitliği, eşcinsel hakları alanlarını ciddi boyutlarda kapsamaya başlamış olduğu görülmektedir. Özellikle başlangıcı Fransa’da olmak üzere, o yıllarda Avrupa’da da yayılan bu isyan hareketlerinin nedenleri ve özgürlük alanındaki istek ve protestolarının, Amerika’dakinden farklı olmadığı da bilinmektedir. Amerika’daki isyan hareketinin temel özelliklerini özetlemek gerekirse, bu hareketin Vietnam’daki savaşa, ırksal ayrımcılığa, cinsler arasındaki eşitsizliğe ve “geleneksel” Amerikan değerlerine karşı bir protesto hareketi olarak sunulduğu söylenebilmektedir.(3) Dolayısıyla 60’lı yılların geniş kapsamlı isyan hareketlerinin sonucu olarak, toplum yapısının değişime uğramasıyla 70’li yıllarda barış sembolü çiçek çocuklarının, cinselliğini özgürce yaşayan hippilerin de sahneye çıkmasıyla geleneksel Amerikan toplumunun yapısında yukarıda da belirtildiği gibi ciddi bir değişimin başlamış olmasının kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Amerikan değerlerinin sarsılmaması ve dolayısıyla da bu değerlerin çekirdek yapısı olan, erkek egemen, babaerkil aile yapısının, sarsılmaması da bu anlamda Amerikan toplumunda önem kazanmaktadır. Bu erkek egemen ve babaerkil değerlerin, toplum ve aile bireyleri için “görünüşte” ideal ve aynı anda herkes için iyi bir şey olup olmadığına bakılmaksızın, sarsılmadan sürekliliğini koruyabilmesi için (baskıcı değerlerin koruyucuları için doğal olarak) bu isyan ve başkaldırıların bastırılması, yok sayılması, sindirilmesi gerekmektedir.

1970’li Yıllarda Hollywood Sineması

Bunun paralelinde, tüm bu değişim ve gelişmelerin o yıllarda, Hollywood Film Endüstrisi’ne yansımaları da farklı olmayıp aynı baskın, erkek egemen zihniyetin korunması, sistemin bozulmaması politikasının, Hollywood’da da birebir sürdürüldüğü gözlemlenmektedir. Erkek hakimiyetindeki Hollywood Film Endüstrisi’nin, kadın haklarına, feminizme ve gençlik hareketine ilk tepkisi, görmezden gelmek ve reddetmek olmuştur.(4)

Görmezden gelmenin ve reddetmenin, başlatılan bu güçlü harekete karşı tek başına yeterli olmayacağının aşikar olduğu durumlarda, o dönemlerde polis ve diğer devlet güçlerinin öldürmeye varan ceza ve şiddet yöntemleri ile korkutarak, sindirerek toplumda baş gösteren bu değişimi yoğun bir şekilde güç kullanarak bertaraf etmekte sakınca görmediği de bilinmektedir. Dolayısıyla, dönemin Hollywood yapımı filmlerinde, bu tür şiddet gösterileriyle desteklenen sindirme, korkutma yoluyla izleyiciyi, dolayısıyla Amerikan toplumunu “değişmemeye” ikna etme ve bastırma yöntemlerinin yoğun biçimde yansıtılarak uygulandığı görülmektedir.

The-Exorcist-2

The Exorcist (1973)

1973 yılında çekilen “The Exorcist” filminin buna güçlü bir örnek olduğu kabul edilmektedir. Filmde ruhuna şeytan girecek olan Regan’ın annesi, kocasından ayrılıp kızıyla birlikte kendisine yeni bir hayat kurmuş olan başarılı ve ünlü bir oyuncudur. Filmin başlangıç sahnesinde, Regan’ın annesi rol aldığı bir filmin setindedir ve bu sahnede bir gençlik hareketinin protestoların canlandırması yapılmaktadır. Regan’ın annesi rol gereği protestocu gençlerin arasında isteksiz bir tavırla yerini alır ve megafondan seslenir: “Eğitim isteyen gençlerinde hakları var!” rolü bitince aynı küçümser tavırla setten uzaklaşır. İzleyicide gerçekte tam tersi gençlerin hakları olmadığına inandığına dair bir intiba bırakan aynı  küçümseyen yüz ifadesiyle bu sefer evine döner ve evdeki yardımcısına tavrını değiştirmeden şunları söyler: “Disney için Ho Chi Minh filmi çekiyor gibiydik.”

Ho Chi Minh,Vietnam Bağımsızlık Hareketi’nin önderi ve Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk Başkanı’dır (1890-1969). Bu replikte, Disney için diyerek hem Ho Chi Minh hem de gerçek hayattaki “Savaşa Hayır” diyen Amerikalı protestocu üniversite gençliği karikatürize edilip değersizleştirilmeye ve bu göndermeyle Vietnam Savaşı’da haklı gösterilmeye çalışılmaktadır. Diğer yandan, Exorcist filminde, Regan’ın ruhuna giren şeytan tarafından ilk katledilen kurban, filmde gençlik hareketinin filmini çeken yönetmen karakteridir. İzleyiciye, gençlik isyanını destekleyen bir film çektiği için yönetmen vahşice katledilmeyi dolayısıyla cezalandırılmayı hak etmiştir mesajı verilmektedir.

Filmde, ruhuna şeytan giren Regan’ın adı incelendiğinde, Shakespeare’in eseri King Lear’de, King Lear’ın kızının adının Regan olduğu görülmektedir. Regan kralın kızıdır, kraliçenin kızı değildir. Regan’ın annesi kocasından ayrıldığı için baba olarak filmde görülmez ancak Regan babasının kızıdır. O yıllarda Amerika’da, Regan adı aynı zamanda erkek ismi olarak da kullanılmaktaydı. Regan’ın ruhuna giren şeytan filmde erkek figürü olarak canlandırılmaktadır. Regan karakteri şeytan vasıtasıyla ve isim kanalıyla çift gönderme yapılmak suretiyle dönüştürülerek, kral, erkek, güç, karşı gelinemeyen ve cezalandırıcı bir otorite olarak izleyiciye empoze edilmektedir. İlerleyen sahnelerde eve gelen peder, şeytan çıkarma seansına başlamadan önce annesine yaklaşır ve “Regan’ın orta adı nedir?” diye sorar. Annesi “Teresa” der. Şeytan çıkarma seansından sonra, Rahibe Teresa göndermesiyle, çeşitli işkence ve cezalardan sonra Regan artık sindirilmiş annenin masum kızı Teresa olacaktır. Zekice hazırlanmış bu ince ve kreatif detaylarla izleyiciyi yavaş yavaş etkisi altına alan bu sanatsal ikna ve sindirme yöntemi, ürkütücü ve insanlıkdışı sahnelerle pekiştirilmekte, katlanan korku unsurları giderek büyümekte, korku büyüdükçe sindirme operasyonu da daha etkili olmaya başlamaktadır.

Annesinin Regan’ın doktoruyla konuşması sahnesinde, doktorun, Regan’ın başta çözülemeyen dengesizlikleriyle ilgili ilk yorumu “kocandan boşandın” diyerek içinde itham ve suçlama öğeleri barındıran sözlerle filmin senaryosu özellikle kadın izleyicisine “sen de boşanırsan, otorite gelip seni de bulur ve cezalandırır” şeklinde mesaj vermektedir. Ruhuna şeytan giren Regan’dan ziyade, kocasından boşandığı için ve kızına da bu şekilde örnek olduğu için bu yaşananlara tanık olmayı “hak eden” Anne cezalandırılmaktadır. Anne kendisine kızıyla birlikte güzel bir hayat kurmuştur ve mutludur. Aslında şeytani özellikleri olan (filmde bırakılmak istenen izlenim itibariyle) kişi Anne’dir; özgürdür, güzeldir, kendinden emin ve başarılıdır. Regan ruhundaki şeytan vasıtasıyla annesine ağıza alınmayacak küfürler eder, annesini aşağılar, Regan kendi bacaklarının arasını bıçakladıktan, cinselliğini iğdiş ettikten sonra annesini kendine doğru çekerek anne-kız arasında yaşanan cinsellik ve şiddet içeren sahnelerle, sindirme, ürkütme duygularıyla özellikle kadın izleyicisinin kanını dondurmaktadır.

Annenin filmin başındaki şıklığı, gösterişi, kendine olan güveni, üretken ve dış dünyaya dönük hareketli yaşamı, yanında çalışanların evde her işini görüyor olması, diğer bir deyişle Anne’nin şeytani gücü, Rahiplerin eve gelmesiyle (Din-Tanrı-Erkek-Egemen göndermesi) tam tersi bir hal alır. Anne artık sarsılmaz erkek egemen toplum değerlerine göre olması gerektiği gibidir. Sade, sönük, renksiz, donuk giysiler giyer, makyajsızdır, ahçı, bahçıvan, şoför hepsi ortadan kaybolmuştur. Artık hep evdedir, hayatı evin sınırları içinde geçmekte ve ideal bir kadının yapması gerektiği gibi erkeklere hizmet etmektedir (rahiplere içki ve kahve servislerini bizzat kendisi yapar, hizmetçilerin nereye kaybolduğu izleyiciye açıklanmaz). Artık kocasına isyan eden, başkaldırıp kocasını terkeden kadına haddi bildirilmiş ve cezasını çekmiş bulunmaktadır.

kramer-vs-kramer

Kramer Kramer’e Karşı (1979)

Hollywood’un özgürlük isteklerinden ve toplumun değişmesinden rahatsız ve endişeli erkek egemen anlayışına bir başka güzel örnek de 1979 yılında çekilen “Kramer Kramer’e Karşı” filmidir. Bu filmde Kramer karakteri için seçilen Dustin Hoffman, son derece masum, hafif hatta zarif, olan bitenden sanki habersiz, çalışkan bir erkek/koca portresi çizer. Aktörün fiziksel özelliklerinin de bu portreye mükemmel bir şekilde oturması da bir tesadüf değildir. Kısa boylu, sempatik, ufak tefek, çocuğumsu, ince, son moda (70’li yılların modası) kesim saçlarını savurarak koşturup durur, yetenekli ve başarılıdır. Filmdeki her sahnesinde, konum ve görüntü olarak o derece yukarılarda gösterilmektedir ki neredeyse uçmaktadır. Asansörde daima en üst katlara çıkar, sokaklarda özgürce dolaşır ve sürekli hareket halindedir. O kadar masum ve iyiniyetlidir ki, karısı Joanna’nın da bir aklı, yeteneği, eğilimleri ve (çocuk dışında) bir şeyler üretmek isteyebileceğini aklının ucuna bile getirememektedir. Kramer, Joanna’ya ev, para ve çocuk vermektedir. Joanna niye bunu yapmaktadır? Joanna’nın evden ayrıldıktan sonraki sahnelerde, Joanna’nın evden uçan bir balon misali uçurulup tamamen yokedildiği görülmektedir. Amerika’da halen bugün de işten ayrılan bir kişinin ilk işi tüm eşyalarını götürmek üzere bir karton kutuya doldurmaktır. Film’de de, Kramer sanki Joanna evin bir çalışanıymış gibi, o evde yaşayan çocuğuna annesinin tek bir resmini dahi ortalıkta bırakmaksızın, karton kutuya eşyalarını doldurup yok etmektedir. Sanki Joanna işten ayrılmıştır. Filmde,tüm kadın karakterler belli istasyonlarda Kramer için hazır beklemektedir sanki. Kramer’in işyerindeki çalışma arkadaşı, ofiste neredeyse karnına inen göğüs dekoltesiyle (70’li yıllarda bu dekolteyle işe giden bir kadın olması mümkün değildir), seksi sekreter gözlükleriyle hazır beklemektedir, bir anda başını kaldırır ve sorgusuz sualsiz “Evet, yemeğe çıkabiliriz” der. Kramer’in alt komşusu, Joanna’nın yakın dostu, sırdaşı olan Margarate bile film ilerledikçe hiçbir şeyi sorgulamadan ikna olur ve artık Kramer’i destekler hale gelir ve Kramer’in arkadaşı olur. İlişkileri o derece masumdur ki, Kramer, Margarate’in poposuna şaka olsun diye bir tokat atar ve bu asla cinsellik olarak algılanmaz, hatta Margarate’da hemen bu hareketi onaylarcasına Kramer’in omuzuna vurur. Margarate’da silik imajıyla tüm sahnelerde boğazına kadar kapalı kazakları ve Kramer’le herhangi bir yakınlaşma ya da cinsellik yaşamayacağının işareti olarak, hatları belli etmeyen bol pantolonları, erkeksi ceketleri ve bakımsız saçlarıyla, Kramer’e gereken destek sahnelerinde hazır beklemektedir. Joanna ise anne olduğu için kendisine bağışlanan meleksi bir yüzü, Kramer tarafından da eş olarak seçildiği için güzel, alımlı fakat nevrotik, anlaşılmaz tavırlarıyla (filmde verilmek istenen etki olarak nevrotik) aileyi yıkan, bozan bir portre çizerek, Kramer’in tam tersi, konum olarak hep aşağılarda, kapı aralıklarında, kafelerin camlarında, asansör kapılarında neredeyse gülünç denebilecek görüntülerle izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Ve boşanma davasının görüldüğü mahkeme salonunda, Kramer’in avukatı tarafından da Joanna’ya haddi bildirilerek, Kramer ve oğlunun hayatından, filmden, filmin poster dizaynında dahi başının yarısı posterin dışında kalırken Kramer posterin tam ortasında yer alır, dolayısıyla filmin posterinden ve filmin sonunda ikna olup Kramer’e hak veren kadın izleyicilerin de aklından çıkıp gitmektedir.

Mahkeme sahnesi de filmin kilit sahnelerinden biridir. “İlişki başarısız oldu” diyen Joanna’ya, Kramer’in Avukatı, “Hayır. İlişki değil, siz başarısız oldunuz!” diyerek Joanna’ya son darbeyi de indirir, Joanna bunu çaresizce “Evet” diyerek kabullenir. Joanna’da, filmi izleyen kadın izleyici de tartışmasız ikna olmuştur. Bu sahnenin hemen ardından gelen sahnede, oğlu, Kramer’e sorar “sizin zamanınızda Brady Bunch dizisini izliyor muydunuz Baba?” The Brady Bunch dizisi, Amerika’da 1969-1974 yılları arasında popüler ve sevilen, 8 ödülü ve 9 adaylığıyla taçlandırılmış ünlü bir TV dizisidir. Dizi 6 çocuklu mutlu bir ailenin maceralarını anlatan bir aile dizisidir. Baba daima dışarıdaki dünyayı, Anne ise evle sınırlı olan içerideki dünyayı temsil eder. O yıllarda Amerika’da yaşayan çoğunluktaki çocuklar evde anneleri ile bu diziyi izleyerek büyümüştür. Burada Brady Bunch dizisindeki evin dışına çıkamayan, hizmet etmekten başka bir amacı olmayan ideal anne, Kramer’lerin evinde yoktur ve suçlusu da evi terk eden Joanna’dır vurgusu yapılmaktadır.

Filmin sonunda mahkeme Joanna’ya hak vermiş görünse de, hatanın kendisinde olduğuna ikna olan Joanna kendisinden vazgeçtiği gibi oğlundan da vazgeçerek kendi kendisini cezalandırmak zorunda bırakılmış bulunmaktadır. Erkek egemenliği yoksa kadın da var olamaz ve eninde sonunda cezalandırılır mesajı güçlü bir biçimde verilmektedir.

Jaws (1975)

Amerikan değerlerine ve erkek egemen değerlere tehdit olarak görülen özgürleşme hareketlerini sindirmeye yönelik çekilen örnek filmlerden bir diğeri de, 1975’de çekilen “Jaws” filmidir. Yine bu film daha başlangıcında güzel ve düzgün bir fiziği olan ve arkadaş grubundan biraz da ayrı duran genç kadının, farklı bir mutluluk ve heyecan yaşamak istediği için nasıl cezalandırıldığını izleyiciye göstermektedir. Güzel bir kadınla başlayan filmin daha çok ilgi çekmek amacıyla kullanılıyor olması sözkonusu olsa da, burada genç bir kadının güzel bir gecede yeni tanıştığı bir erkekle okyanusta çıplak yüzmesi ve heyecan duyması, hayatın tadını çıkarmak istemesi, mutlu olması an meselesiyken, köpekbalığı tarafından vahşice katledilmesiyle izleyiciye büyük bir yanlış yaptığı göndermesi yoluyla korkutma ve sindirme amaçlanmaktadır. Üstelik bu katliam esnasında, kamera kadının ne kadar acı çekeceğini, nasıl cezalandırılacağını, ölmeden önce yüzüne son bir kez iyice yaklaşarak izleyiciye göstermektedir. Yüzmekten döndüğünde, hoşlandığı ve ölmeseydi belki de kumsalda birlikte olacağı erkek ise sahilde güvenli bir şekilde uyumaktadır. Kimi katletmesi gerektiğini iyi bilen “zeki” Jaws’ın kurbanları, çıplak yüzen aykırı davranma eğiliminde olan genç kadın, anne sözü dinlemeyen bir çocuk, şef Brody’nin oğlu Michael’ın “yaşlı kadınlar için” dediği gölcük’de takılan ve toplumdışı izlenimi veren bir adam, avladığı bir başka köpekbalığı ile fazla böbürlenen balıkçı ve en son olarak alt sınıfı temsil eden, ancak kahraman gibi gösterilen ve hepsinden daha vahşice katledilen, katliamı uzun uzun gözler önüne serilen Quint.

Quint bu filmde, alt sınıfı temsil etse de bazı detaylar gözden kaçırılmamalıdır. Quint korkusuz, pervasız ve cesur bir tablo çizilerek kahraman olarak da gösterilmektedir. Ancak Quint’in de bir ailesi yoktur. Ayrıca Quint, II.Dünya Savaşı’nda Hiroshima bombasını taşıyan gemide denizci olması sıfatıyla ikinci kez kahraman göndermesi yapılsa da, Hiroshima’ya atılan atom bombasının verdiği zararlardan dolayı Quint’in filmin sonundaki gösterişli katliamı bir günah çıkarma olarak da değerlendirilebilmektedir. Kostümler açısından bile bakıldığında, sembollerle kimin ölüp kimin kalacağı yerine oturmaktadır. Şef Brody, siyah boğazlı kazakları, montları ve dar pantolonlarıyla, şehirli, karizmatik, orta/üst sınıf göndermesiyle görülmektedir, ailesi vardır, kanunu dolayısıyla devleti temsil eder, denizden korkmasına rağmen üstün zekasını (silahını) kullanarak kahraman olur ve hayatta kalır. Orta/üst sınıfın bir diğer temsilcisi, okyanus rengi Tshirt’üyle okyanus bilimci Hooper’dır. Hooper ailesi olmasa da bilim adamı kimliği ile beyaz, erkek, üst sınıf kimliği ile kurtulmuştur. Quint’in alt sınıf+fakir balıkçı sentezli ucuz, kalitesiz ve hırpani giysileriyle kurban olacağının ipuçları verilmiş bulunmaktadır. Amity Kasabası’nın Belediye Başkanı’nın yine okyanus mavisi ve gülünç bir şekilde her yeri beyaz çapa desenleriyle bezeli takımı hiç üzerinden çıkmaz. Köpekbalığına aldırmadan sırf para için çocuğunu dahi denize sokmaktan çekinmeyen Belediye Başkanı, tüm çapalarını sermaye ve para gücüne attığı için ve bir ailesi de olduğu için kurtulmuştur. Şef Brody’nin tek isteği sabah işe giderken kocasından kahve fincanını geri almak olan güzel karısı ise yine erkek egemen ve Amerikan aile değerlerine uygun davranan bir eş olduğu için ödüllendirilir ve hayatta kalır. Sahnelerde sürekli evin içinde kalan, bahçesinde çitin ötesine bile geçemeyerek sembolize edilen ideal eş/kadın, limanda kocası Brody’e veda ederken bile bunu kaldıramayacak kadar zayıftır ve kocasının gitmesini bekleyemeden evine, güzel giysilerine, havalı şapkalarına, pahalı gözlüklerine hızla geri döner. İlk sahnede çıplak yüzerken katledilen genç kadının ise giysilere ihtiyacı yoktur, Şef Brody’nin daha kadının katliamı üzerinden henüz 24 saat dahi geçmeden, Belediye Başkanı ile tartışırken çok rahat ve duygusuz bir şekilde “biz onları meze yapacağız anlamına gelmez” şeklinde belirttiği üzere genç kadın, köpekbalığına, korkutularak sindirilen izleyiciye, değerlere, baskıya, sisteme kurban edilmiş bulunmaktadır.

Hollywood Film Endütrisi’nin 70’li yıllarda ağırlıklı olmak üzere tüm finans gücünü, yaratıcılığını, kreatif ekiplerini ve yönetmenlerini, oyuncularını ve bütün sistemini kullanarak bu tür filmler yapmak suretiyle alt sınıf, gençlik, eşcinsel, ırksal ve kadın hakları hareketini bastırmak, korkutmak, sindirmek amacıyla tepkisini ortaya koymaya çalışması tarihteki yerini almıştır. Tüm bu baskı ve sindirme, reddetme kaynaklı tepkilere rağmen yukarıda bahsedilen bilinçlenme ve özgürleşme hareketlerini sadece geciktirmeye yaradığını izleyici saptamakta ve farkındalığı bir nebze de olsa zaman içinde daha da artabilmektedir. Toplumların değişimlerinin bu yollarla artık engellenemeyeceği de yeni yapım ve filmlerde vurgulanarak farkındalığın arttırılması suretiyle izleyiciye sunulmasının ve aktarılmasının mümkün olduğu unutulmamalıdır.

Kaynakça:

  • Fabienne/Revolution Internationale
  • Fabienne/Revolution Internationale
  • Fabienne/Revolution Internationale
  • Politik Kamera (Michael Ryan/Douglas Kellnur)

Çiğdem Karavit

cigdemkaravit@hotmail.com

 

Önceki makaleSALT Perşembe Sineması Başlıyor
Sonraki makaleBekleyolu (2004)
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here