Ana sayfa 1960'lar 1963 Birds

Birds

1316
0

birds_xlgAlfred Hitchcock, konu olarak filmlerinin büyük çoğunluğunda yanlışlıkla başı belaya giren masum insanların hikâyelerini anlatır. Filmlerinde doğaüstü olaylara ya da insanüstü yetenekleri olan kahramanlara yer vermekten kaçınan, bunun yerine özellikle seyircinin kendisiyle özdeşleştirebileceği kahramanların hikâyelerini tercih eden Hitchcock, çok fazla gerçekçi hikâyelerden de uzak durarak, “sıradan insanların içine düştüğü sıradışı maceralar” şeklinde bir formülle özetlenebilecek sayısız klasikle sinema tarihine adını altın harflerle yazdırır.

Hitchcock’un klasikleri içinde onun sinemasını en iyi özetleyen filmlerden biri de şüphesiz Kuşlar’dır. Yönetmen filminin hikâyesini oluştururken, Kuzey California’da tatil yaptığı sırada okuduğu bir gazete haberiyle Daphne du Maurier’in Kuşlar isimli kısa hikâyesini birleştirir. Maurier’in Soğuk Savaş döneminde İngiltere’nin komünizm paranoyasıyla şekillenen öyküsü, Hitchcock’un elinde modern hayat eleştirisine dönüşür.

Hitchcock filmlerinin giriş sekansları her zaman hikâyenin temel motiflerinin özeti gibidir. Kuşlar’ın giriş sekansında, Tippi Hedren’in canlandırdığı Melanie karakterini görürüz. Melanie San Francisco’da kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçer. O sırada yoldan geçen bir çocuk ona çarpar ve bu eylem Melanie’nin bakışlarının birden gökyüzüne kaymasına neden olur. Gökyüzünde uğursuz bir bulut gibi kümelenmiş ve birazdan izleyeceklerimizin habercisi olan kuşları görürüz. Sonrasında Melanie bakışlarını Davidson’s Pet Shop’a yöneltir. Melanie’nin satıcıyla olan konuşması ve Mitch’le karşılaşması bize Melanie’nin karakterini de tanımamıza olanak sağlar. Melanie şehirli, üst sınıf, şımarık, kendini beğenmiş ve dışarıdan bakıldığında özgür gözükmesine rağmen aslında bir kafesin içinde yaşayan bir karakter olarak çizilir. Pet Shop’taki kafes vurgusu bu yüzden önemlidir (Melanie’nin şehir hayatının kafesi andıran kuşatıcılığından kurtularak kasabada kendisine bir yuva bulması düşünüldüğünde).

Melanie karakteriyle ilgilenmemizin nedeni aslında Hitchcock’un “uğursuz” kuşlarının niçin bir anda insanlara saldırdığını ortaya koymak içindir. Kuşkusuz yönetmenin diğer filmlerinde de olduğu gibi burada da korku yaratan ve tehdit unsuru haline gelen nesne, yani kuşlar, bir ileti aracından fazlası değildir. Kuşların arkasında Hitchcock’un insanlara vermek istediği mesaj saklıdır. Melanie’nin karakteristiğini ve beraberinde kasabaya taşıdığı “kötülüğü” düşündüğümüzde, Hitchcock’un filminde amiyane tabirle şehirli züppeliğini ve kendini beğenmişliği mahkum ettiğini görürüz.

Burada Hitchcock’un filmini benzeri diğer gerilim filmlerinden ayıran nokta olan Hitchcockyen gerilim öne çıkar. Hitchcockyen gerilimin doğması için çok az şeye ihtiyaç vardır: Hileli bir oyun ya da başka bir şey aracılığıyla filmdeki karakterlerin hayatını etkileyen yıkıcı bir olayın ortaya çıkması yeterlidir. Gerilim, sinematografik zamanda tuhaf bir biçimde gittikçe yayılmaya ve ufak bir parçadan başlayarak bütünü teslim almaya başlar. Hitchcock filmlerinde suçun işlevi bu şekildedir. Çünkü suç, bakışı yoğunlaştıran bir lekeyi ortaya çıkarır. Kötülüğün kendisi bir lekedir. Dolayısıyla, Hitchcock filmleri ancak doğal bir düzen varsayıldığında iş görür. Birileri bütünün içindeki bir öğenin, açıklanamaz davranışından dolayı bir leke olduğunu fark edene kadar her şey sıradan, tekdüze rutinlere uygun bir şekilde doğal akış içindedir. Leke bırakan nesne, doğanın aksine hareket eden nesnedir.

Kuşlar filminin en büyüleyici sekansında bunu görmek mümkündür. Kuşların ilk saldırısından sonra okulda çocuklar derstedir ve Melanie dışarı çıkar. Demirliklerin olduğu yerde oturur ve sigarasını yakar. Her şey doğaldır, pastoral bir manzara içinde karakter bir sigara yakmış ve onun dumanını içine çekmeye başlamıştır. Ancak Melanie’nin oturduğu yerin hemen arkasındaki demirlere konan bir karga kısa sürede o resim içine bir leke olarak girer. Daha sonraki çekimde üç karga olur. Sonrakinde beş derken, Melanie arkasına döner ve demirlerin tamamen kuşlarla kaplı olduğunu görür. Hitchcockyen gerilim bu şekilde ortaya çıkar. Her şey bir lekeyle başlar ve gerilim ve beklenti sürekli artarak tavan yapar. Kuşlar bu açıdan Hitchcock sinemasının en temel özelliklerini içinde barındıran klasiklerden biridir.

Barış Saydam

Bar_saydam@hotmail.com

Not: Bu yazı daha önce Arka Kapak sitesinde yayınlanmıştır.

 

Önceki makaleYeni Çıkan DVD’ler: Belgica
Sonraki makaleRüzgarda Salınan Nilüfer
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here