Ana sayfa 1980'ler 1988 Düttürü Dünya

Düttürü Dünya

2140
0

Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinin yardımcısı (Lütfi Akad, Halit Refiğ, Memduh Ün, Atıf Yılmaz) olmuş, senaryosu Yılmaz Güney’e ait iki filmi yönetmiş ve sinemamızda 1980’li yıllarda bile toplumsal içerikli filmleriyle öne çıkmış özgün bir yönetmendir Zeki Ökten. Kapıcılar Kralı (1976), Sürü (1978), Düşman (1979), Faize Hücum (1982) ve en son Güle Güle (1999) gibi önemli filmlere imza atmış ve muhtelif ödüllere layık görülmüştür. Kuşkusuz ödül almak yönetmenin ortaya koyduğu filmin niteliği için önemli bir gösterge sayılabilir ama ödüle layık görülmeyen ve fakat oldukça nitelikli bir filmi daha vardır Zeki Ökten’in: Düttürü Dünya (1988). Filmin başrol oyuncusu Kemal Sunal’a 1989 yılındaki Ankara Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandırması dışında başkaca bir ilgiye mazhar olmamıştır sinemamızda. Bu unutulmuşluğa, ilgisizliğe rağmen Düttürü Dünya, 1980’li yıllarda belirli bir toplumsal kesimin hayat mücadelesine objektif tutarak hem dönemin politik atmosferi hakkında hem de insanların yaşayış ve düşünüş biçimleri hakkında çarpıcı tespitlerde bulunması yanında, yalın ve gerçekçi sinema diliyle de Türk sinema tarihinde mühim bir yer edinmiştir.

Düttürü Dünya’nın senaristi Umur Bugay’dır. Bugay hem mizahi senaryolar ve öyküler üretmiş hem de sıradan insanların hayatlarından kesitleri kaleme alarak kendine özgü bir dil oluşturmuştur. Kapıcılar Kralı, Çöpçüler Kralı, Yoksul ve Davacı bu türden senaryolardır. Daha sonra ise uzun soluklu bir dizi olan Bizimkiler de bahsedilen minval üzeredir. Sosyolojik gerçeklik ile mizah iç içe geçmiş ve sonuçta abartısız, yalın ve etkileyici senaryolar ortaya çıkmıştır. Umur Bugay’a paralel olarak Zeki Ökten de sinemasında abartısız ve gerçekçi bir dil kullanmış, ortaya çıkan yapıtlar izleyiciye kurgu değil de gerçeğin çarpıcı bir biçimde anlatımı hissi vermiştir. Senaristin yalın ve abartısız dili gerçekçi yönetmenin sinema diliyle buluşunca ortaya sade fakat etkileyici ve düşündürücü bir film ortaya çıkmış.

Filmin başrol oyuncusu Kemal Sunal’a değinmeden geçmek olmaz. Popüler kültürde ve insanların zihninde komedi oyuncusu olarak yer edinen ve bu şekilde öne çıkan Kemal Sunal, adı geçen filmde aykırı bir oyunculuk sergilemekte ve aldığı ödülden de anlaşılacağı üzere oyunculuk yeteneğini çok üst seviyede ortaya koymaktadır. Filmlerinin çoğunda gülen ve güldüren Sunal bu filmde gülmemekte ve güldürmemekte olsa olsa insanların yüzünde acı bir tebessümün belirmesine vesile olmaktadır. Bilinenin aksine çok yönlü bir oyuncudur Kemal Sunal. Düttürü Dünya’nın Dütdüt Kemal’i olarak filmin dramatik yapısına aykırı düşmediği gibi güçlü oyunculuğuyla filmin akılda kalan en önemli oyuncusu olmuştur. Üstelik filmde kendi sesinden dinlediğimiz şarkılarla da akıllarda kalmıştır.

Düttürü Dünya’nın konusu sıradan, kendi hallerinde hayat mücadelesinin içinde olan yoksul insanlardır. Gecekondu mahallesindeki insanlar da pavyonda çalışan insanlar da yoksuldurlar. Geçim derdindedirler. Hayata tutunmak, ısınmak, barınmak gibi temel insani ihtiyaçlarını giderme peşindedirler. Dütdüt Mehmet biri engelli üç çocuğu ve eşiyle kayınbiraderinin gecekondusunda yaşamakta, geceleri pavyonda klarnet çalarak evin geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Fakat gerek aldığı ücretin yetersiz olmasından gerekse hayat pahalılığından dolayı zar zor geçinmektedirler. Üstelik kayınbiraderinin gecekonduyu müteahhide vermesi nedeniyle evi boşaltmaları gerektiği halde Dütdüt kira parasını dahi denkleştiremediği için evden çıkamamakta sürekli zaman kazanmaya çalışmaktadır. Kayınbiraderinin bulduğu ek işlerde de başarılı olamamıştır. Nihayetinde yaşadıkları gecekondu iş makinesiyle yıkılacak ve aile ortada kalacaktır.

Dütdüt naif kişiliğiyle, yaptığı bestelerin bir gün kaset olarak basılacağı ve bu yoksulluktan kurtulacağı gibi gerçekleşmesi zor bir hayalle yaşamaktadır. Klarnet çalmayı askerde öğrenmiş olsa da kendini müzisyen olarak tanımlamakta, ciddi bir mesleği icra ettiğini düşünmektedir. Yaptığı müzikleri arkadaşlarına okumakta ve onların da yorumlamasını istemektedir. Arabesk tarzında besteler yapmakta ve yatak odasındaki posterlerden de anlaşıldığı üzere İbrahim Tatlıses ya da Orhan Gencebay gibi olmayı istemektedir. Müzisyenliğini çok önemsemekte içinde bulunduğu hayatın katı gerçeklerini göremeden yaşamaktadır. Hayat pahalılığının farkındadır ama sebebine ya da çözüm yollarına dair bir öngörüsü yoktur. Çakmak gazı doldururken, tencere tava çalarak hayat pahalılığını protesto etmeye giden kadınların bu eylemlerini dahi anlayamamıştır. Onları küçümsemiş, “tencere çalmakla hayat mı ucuzlarmış” diyebilmiştir. Hatta kadınları salt ses çıkararak dikkat çekme amaçlı eylemleri karşısında, tencerenin nasıl çalınacağına dair bir makam örneği göstermek istemesi Dütdüt’ün naifliğinin göstergesidir. Kayınbiraderi Osman’ın yaptıklarının bilincinde olsa da elinden bir şey gelmemekte ve onun yönlendirmesine tabi bir biçimde yaşayıp gitmektedir.

Kayınbirader tiplemesi Osman ise, 1980’lerin hâkim ideolojisi olan dizginsiz liberalizmin, fırsatçı memurun zihniyetine yansıyan biçimiyle, “gemisini kurtaran kaptan” ve “benim memurum işini bilir” anlayışını fazlasıyla tebarüz ettirmektedir. Bakanlıkta odacı olan Osman, örnek gösterdiği bir dosya ile “işini bilenlerin bir imzayla milyonları nasıl götürdüğünü” övünülecek bir girişimcilik olarak lanse etmektedir. İşe yeni başlayacak olan odacıya nasıl çalışması gerektiğine dair tembihi de ibretliktir: “Bi kere bu meslekte kendini hiç belli etmeyeceksin! Hangi partiyi tutuyorsun, hangi fikrin adamısın kim ne derse desin karışmayacaksın, tahriklere kapılmayacaksın! Sosyal demokratlar mı başa geçti sen de demokratsın, liberaller mi geldi sen de liberalsin”. Salepçinin bakanlıkta odacılığa başlayan çakmak gazı tezgâhının sahibi için “kısa zamanda köşeyi döneceği” öngörüsü, bakana hediye gelen ve fiyatı beş yüz bin lira olan çakmağın sahibinin müdür olduğunu öğrenince Dütdüt’ün “sen şuna rüşvet desene” yorumu gibi muhtelif diyaloglar 1980’li yılların “köşe dönmeci” zihniyetini fazlasıyla imlemektedir.

1980’li yıllarda çekilmiş olması hasebiyle Düttürü Dünya’da oğlu hapiste olan bir yaşlı kadın karakterine de yer verilmiştir. Tek derdi hapisteki oğlunu görmek, sağlıklı olduğundan emin olmak ve mahkemesini takip etmek olan metanetli anne tiplemesi oldukça çarpıcıdır. Dütdüt’ün “bilinçli” kızı Mükerrem’in de mektup yazdığı -hatta anne mektubun içeriğinin politik olmaması konusunda Mükerrem’i uyarır-  ve politik sebeplerle içeride yattığı anlaşılan oğul, 1980 İhtilalinden sonra politik tutuklulara atfen bir gönderme niteliğindedir. Suçunun ne olduğu, hangi düşünceden olduğu belirtilmese de içerideki oğlun mevcut düzene muhalif olduğu pekâlâ anlaşılmaktadır. 1980’lerin önemli bir toplumsal sorunu olması hasebiyle, siyasi tutuklu ve mahkûmlar ve hapishane ziyaretleri bu şekilde dile getirilmiştir.

Düttürü Dünya, Özal’lı 1980’lerin neoliberal iktisat politikalarıyla birlikte politikaya ve dolayısıyla da topluma sirayet eden yozlaşmayı, büyük şehrin varoşlarında kümelenen yoksul insanların geçim dertlerini ve kısa yoldan köşeyi dönmeyi amaçlayan açgözlü insanların bencilliğini, özgün bir sinema diliyle anlatmaya çalışmış ve büyük ölçüde de başarılı olmuştur. Dönem filmi olma özelliği taşıyan Düttürü Dünya, 1980’lerin kirli ve puslu havasıyla tecessüm eden Ankara’yı, yoksul gecekondu semtlerinde yaşayan insanların hal-i pürmelâlini ve o zamanın devlet dairelerinde çalışan memurların çıkarcı, eyyamcı zihniyetini sarih biçimde göstermektedir.

Zeki Ökten’in Düttürü Dünya’sı, Yılmaz Güney’in Umut’u ve Vittorio De Sica’nın Bisiklet Hırsızları filmleriyle benzerlik göstermesi bakımında İtalyan Yeni Gerçekçilik akımını akla getirmektedir. İtalya’da İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bu akım, hayatın olağan akışına kamera tutma biçiminde tarif edebileceğimiz bir doğallıkla hareket ediyordu. Hümanist bir bakış açısıyla insanların günlük yaşamları, geçim dertleri filme alınıyordu. Umut’ta, Bisiklet Hırsızları’nda ve Düttürü Dünya’da temel sorun geçim derdidir. Umut’ta atı ölen Cabbar’ın diğer atını da alacaklılara kaptırması ve nihayetinde geçim aracı olan paytonu kaybetmesiyle umutsuzluğa kapılarak çareyi define aramakta bulması ve çıldırmasıyla sonuçlanır. Bisiklet Hırsızları’nda konu geçim araçları olan bisikleti çaldıran baba oğlun çaresizce sokaklarda bisikleti aramalarıdır. Bisikleti bulamamışlar, baba başkasının bisikletini çalmış, yakalanmış ve en sonunda da çaresizce ve yarı çıldırmış halde insanların arasına karışarak uzaklaşmıştır. Düttürü Dünya’da da evleri yıkılınca umutsuzca tek bildiği şeyi yapan Dütdüt çaresizce klarnete üfleyecek, engelli oğluyla birlikte cadde boyunca ilerlerken film son bulacaktır.

Düttürü Dünya, Zeki Ökten’in en önemli birkaç filminden biri olduğu gibi Türk sinemasında da artık klasikleşmiş ve belirli bir akım içinde değerlendirilebilecek nadir filmlerden biridir. Kemal Sunal’ın en beğendiği filmi olduğu rivayet edilir. Sinema çevrelerinde yeterince irdelenmemiş bir film olduğu da açıktır. 1980’lerde Türkiye’de insanların zihniyet dünyasını analiz eden daha doğrusu göstermeye çalışan yetkin ve mütevazı bir filmdir Düttürü Dünya.

Hasan Hüseyin Akkaş

hhakkas@hotmail.com

 

Önceki makale37. İstanbul Film Festivali Önerileri
Sonraki makaleEskimeyen Filmler 2 Kitabı Çıktı
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarih bölümünden mezun. Tarih okurken sosyoloji, siyaset bilimi ve edebiyata merak duydu. Yazmayı ve özellikle eleştirel yazmayı oldukça önemsiyor. Sinemaya olan ilgisi lise yıllarına dayansa da fakültedeki bir hocasının etkisiyle sinemaya ilgisi arttı ve izledikleri filmleri yazmayı önemsemeye başladı. Yerli filmleri yazmayı, kültürel unsurlara daha hakim olduğu düşüncesiyle daha çok önemsiyor. Amerikan klasik filmleri ile Avrupa sinemasını ve İran Sinemasını önemsiyor. İtalyan Yeni Gerçekçi sinema akımı ve bunun Türkiye'deki izlerini araştırıyor... Lattuada'nın şu sözünü sinema hakkında temel şiarı olarak benimsiyor:”Paçavralar içinde miyiz? Paçavralarımızı gösterelim. Yenildik mi? Felaketlerimize bakalım. Onlar mafyaya mı, Hipokrat sofuluğa mı, konformizme mi, sorumsuzluğa mı, hatalı eğitime mi borçluyuz? Borçlarımızı acımasız bir şereşilik aşkıyla ödeyelim ve dünya, gerçekle bu büyük savaşa heyecanla katılacak… Hiçbir şey bir ulusun tüm temellerini sinemadan daha iyi ortaya koyamaz”.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here