Ana sayfa 2010'lar 2018 You Were Never Really Here

You Were Never Really Here

1476
0

Jonathan Ames’in aynı adlı romanından İskoç yönetmen Lynne Ramsay’in senaryosunu yazdığı ve altı yıl aranın ardından yönettiği You Were Never Really Here, kaçırılan kızları bulma konusunda ustalaşmış Joe isimli gizemli bir adamı izliyor. Annesiyle birlikte yaşayan, Ortadoğu’da askerlik yaptığını anladığımız Joe, birgün ona iş ayarlayan McCleary tarafından bir senatörün kayıp kızını bulması için görevlendiriliyor. Joe 14 yaşındaki Nina’yı buluyor ama birden anlam veremediği(miz) şeyler olmaya başlıyor. Nina tekrar kaçırılıyor ve Joe’nun iş yaptığı kişiler ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Kim olduklarını bilmediği bu geniş çaplı tehdit Joe’nun da peşinde ve eğer birşeyler yapmazsa öldürülmesi elzem. Bir Jason Statham aksiyonu bile olabilecek bu konunun, Lynne Ramsay’in ellerinde bambaşka bir şekle bürüneceğini tahmin etmek zaten hiç zor değildi. Ames romanını okumak mutlaka farklı bir deneyim olsa gerek. Fakat Joe gibi bir karakteri gizemli kılan ve filmin geneline yayılan asıl güç Ramsay’in şiirsel üslubu.

2002 tarihli Ramsay filmi Morvern Callar bir Alan Warner, altı yıl önceki We Need To Talk About Kevin ise bir Lionel Shriver romanından uyarlanmıştı. Ramsay’in uyarlamak için seçtiği romanların genel yapısı hakkında belli bir fikir öne sürmek zor. Ama özellikle We Need To Talk About Kevin, onun ellerinde birinci sınıf bir psikolojik gerilime dönmüştü. Konusu itibariyle kutsanmış ve dokunulmaz kılınmış bir kavram olarak anne olmanın ardındaki görmezden gelinen arızaları kaşıyordu. Aynı zamanda Ramsay’in bu gerilime üslup anlamında edebi bir kimlik de katmaya yönelik tercihleri, “roman uyarlaması” tamlamasının da hakkını verir nitelikteydi. You Were Never Really Here’in edebi karşılığı tam olarak nerede durmakta, okumamış olanlar nazarında bunu bilemediğimiz gibi, yukarıdaki basit konu neticesinde kişiyi pek de derin bir içerik barındırmadığı yönünde önyargı sahibi yapabilir. Nasıl ki pekçok iyi yönetmen kendi yazdıkları filmlerle seyircide bir roman hissiyatı yaratabiliyorsa, iyi bir yönetmen zayıf kabul edilebilecek bir içerikten aynı roman hissiyatını çekip çıkarabilir. İşte derinliği hakkında yorum yapamadığımız Ames romanının Ramsay’in elinden çıkmış hali bu tarife uyuyor.

Ramsay’in filmi detaylandırış biçimi konudan ziyade üslupta kendini gösteriyor. Zira konunun detaylanacak pek bir yanı yok. Bu da You Were Never Really Here’ı standart bir aksiyon/gerilim olmaktan alıkoyuyor. Yani filmi izlemeden evvel yapılan Taxi Driver (ki filmle ilgili yorumlarda bu ismi zikretmeyeni aforoz ediyorlar sanırım) gibi referanslardan arınmak gerekiyor. Bununla birlikte arınılması gereken çok mühim bir mesele daha var. Mantık! Şöyle ki, kendini Bourne ve benzeri çevik bir aksiyon karakteri gibi görünmez yapmadan da her yere kolayca girip çıkan, şansı çok fazla yaver giden, bir nevi “orada olmayan adam” olmanın sinematik dokunulmazlığıyla Ramsay’in istediği yere ışınladığı Joe, filmin asıl odak noktası. Bunu bu şekilde kabul edersek ve ona odaklanırsak, bir çekiçle arkasında bir senatörün olduğu fuhuş mafyasının mekanından istediği kızı kurtarıp kurtaramayacağını, kale gibi korunacağını düşündüğümüz yerlere elini kolunu sallayarak girip giremeyeceğini, eli hemen her yere uzanan büyük bir şebekeye yakalanıp yakalanmayacağını ardımızda bırakmak bir nebze kolaylaşır. Joe’nun annesiyle olan sahneleri haricinde onun “aslında hiç burada olmayan” ruh halini merkeze alan Ramsay, seyir rotasını bu mantığa göre ayarlamış seyirci profilinin keyif alabileceği bir psikolojik gerilim iddiasında bulunuyor.

Ramsay’in bir süre sonra unuttuğu flashbacklerde görüp tahmin ettiğimiz üzere, Joe’nun geçmişinde yaşadıklarıyla şimdisinde üstlendiği misyon arasında kurulan bağ sayesinde bir motivasyon mevcut. Kaçırılan kızları bulup adrese teslim etme görevi Joe’nun üzerine giydirilirken sorun yaşanmıyor. Ama işini yaparken sert ve acımasız olabilen bir adam olarak lanse edilişinin altı boş çıkıyor. Belki çekiç objesi bu sertliği betimlemek için iyi bir seçim. Ancak Ramsay sıklıkla şiddeti göstermekten imtina ederek ve birçok önemli ayrıntıyı oldu bittiye getirerek “göstermediğin veya ima ettiğin, gösterdiğinden daha güçlüdür” etkisi bırakmayı hedeflemiş olabilir. Bu tavrı bir gedik olarak algılarsak, Ramsay’in başka sahnelerde şiddeti estetize etme ve filmin orada olmama moduna yaslanma tercihlerini kolaycılıkla suçlayabiliriz. Şayet filmin moduna girmişsek -ki Ramsay bunun için elinden geleni yapıyor- Joe’nun aldığı iş ters gidince yaşadığı köşeye sıkışmışlığına ortak olmamız, Nina’nın akıbetini merak etmemiz, su altı sahnesinde büyülenmemiz kolaylaşıyor. Ezber bozmak adına Joe ve tetikçinin mutfak sahnesinde veya final bölümünde kestirilemez olmaya çalışması da normalleşiyor. Bu mantıksızlıkları veya klişelerden kaçmaları pek umursamayan bir uyuşukluk beliriyor. Kısacası filmi, içeriği zayıf video klip estetiği şeklinde küçümsemek ile, modern Taxi Driver şeklinde yüceltmek arasındaki yorumlardan arınmış şekilde içselleştirmeye çalışmamız gerekiyor. Çünkü Joe ile özdeşlik kurup onu içselleştirme başarımız, filmin bizim açımızdan gidişatını çok etkiliyor.

Joe ile böyle bir empati yaşansın veya yaşanmasın, inkar edilmeyecek ve belki de tartışılmayacak tek mesele Joaquin Phoenix’in birden fazla sıfatla tanımlanabilecek üstün performansı. Abartıdan uzak, fiziksel görünümün pejmürdeliğinden ve kabalığından da güç alan, her daim mutsuz, hatta intihar eğilimli olmasının tekinsizliğini hep cebinde taşıyan minimal bir tuhaflık. Ama kesinlikle ekranı ve tüm bir filmi dolduran nitelikte. Zaten film bittiğinde, sanki Phoenix tek başına oynamış, filmde başka kimse yokmuş gibi bir izlenim, diğer karakterlerin yüzlerini bile hatırlamakta güçlük çektiğim bir ilizyon oluştu. Ramsay’in asıl amacının da bu olduğu çok belli. Zira elindeki daha önce benzerleri defalarca işlenmiş hikayeyi geliştirmek, dönüştürmek, başka yan hikayeler ima ve inşa etmek, bunları bir sonuca ulaştırmak, Joe’yu bir yerlere götürmek gibi bir hedefi yok. Muhtemelen hikayenin isminin You Were Never Really Here olmasının sebeplerinden biri de bu. Zaten burada olmayan birini başka bir yere götüremezsiniz. Ramsay’in yoğunlaşmak istediği tek şey Joe. Onun kafası da buraya, yani gerçek dünyaya tümüyle ait olmayınca onu ve yaşadıklarını anlatmak için farklı bir üslup gerekiyor. Bu üslubun, en başta kendi mantık düzenini kurarken, kendini sinematik suç mantığından bu kadar uzak konumlandırmaması gerektiği gibi tartışılacak çok yönü var. “Yaptım oldu” veya “sadede gelelim” şeklinde hızlandırılmış anlar karşısında şayet homurdanıyorsak bunun suçlusu biz değiliz. Çünkü You Were Never Really Here’a duyduğumuz sevgi ve nefret duyguları birbirini besliyor ve film havada asılı vaziyette öylece duruyor.

Osman Danacı

odanac@gmail.com

 

Önceki makaleKültürel Çalışmalar ve Sinema
Sonraki makaleLa Doppia Ora
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here