Ana sayfa 2010'lar 2019 Beanpole

Beanpole

723
0

“Sağlığınız ne durumda?”

“Yaşıyoruz!”

İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın tanımlayıcı özelliklerinden biri de sunduğu “Şerefli Savaş” fikriydi. Dahası, bu şerefli savaş fikri başka bir ülkede yapılıyorsa güzeldi. 1865’ten beri ülkenizin topraklarında gerçek bir çatışma yaşamadığınızda ve bundan sonraki her savaşın zaferle sonuçlanacağını bildiğinizde bu şerefli savaşma düşüncesine inanmak muhtemelen daha kolaydır.

Savaş alanı sokaklarınız ve evleriniz olduğunda, kaçınılmaz olarak ruhunuzda ve kültürünüzde kurşun delikleri bırakır. Silahlar susturulduğunda ve kan lekeleri temizlendiğinde bile çatışmayı asla geride bırakamayacağınız bir şekilde sizden sonraki nesillerde de acımasız bir bağ oluşturuyor.

Beanpole’un bağlamı bu, ancak anlatılmamış bir hikayenin ek gerilimiyle de bezenmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında çoğu Avrupa ülkesinin aksine, Rusya kadınları cephe savaşçısı olarak askere aldı. Bu yüzden Beanpole daha farklı ve mutlu bağlamlarda söğüt olarak tanımlanabilecekken 1945’te Stalingrad’da savaş henüz bitmişken bir hayalet olarak tanımlanıyor.

Cannes’ın Belirli Bir Bakış kategorisinde en iyi yönetmen ve en iyi film ödülünü kazanan (ve Rusya’nın Oscar adayı olan) Beanpole hakkında bilmeniz gereken ilk şey, tarihin en yıkıcı savaşlarından birinin ardından yaşananları anlattığıdır. Anlatılan bir buçuk milyon kadar sivil ve askeri ölümden sorumlu Alman Leningrad kuşatmasıdır (1941-1944).

Birçok Amerikalı gözlemci, savaş sırasında keskin nişancı ve bombardıman pilotu olan Rus kadınları, zihinsel ve fiziksel olarak kendilerine verilen büyük zararı görmezden gelerek feminist öncüler olarak resmetti. Svetlana Aleksievich’in çığır açan sözlü tarih çalışması, The Unwomanly Face of War: An Oral History of Women in World War II’den büyük ölçüde yararlanan yönetmen Balagov (senaryoyu Aleksandr Terekhov ile birlikte yazdı), ise öncü ilan etmek yerine yaşanan travmaları ve kadınların bunu yenmek için kendilerine çizdikleri yolları araştırdı. Bu kadınların bakımlarını üstlenmeleri beklenen erkek gaziler kadar açık bir şekilde yorulduklarında, yaralandıklarında ve travma yaşadıklarında da hayata devam etmeleri gerekiyordu.

Beanpole, merkez dışı çerçeveleme ve klostrofobik yakın çekimlerle dolu sahnelerle iki saatten fazla süren o psikolojik gerilimi iliklerinize kadar hissetmenizi sağlar. Ateş eden silahlar veya bombalanmış binaların görüntülerini görmeyiz çünkü bu bir savaş filmi değil, travma sonrası stres bozukluğu filmidir aslında. Açlık, parçalanmış bedenler, sarı bir hastane ve toplum arasında sıkışıp kalmış iki genç kadın.

28 yaşındaki yönetmen Kantemir Balagov, savaş sonrası yaşanan travmayı iki kadının bakış açısından özetlenmiş bir şekilde değilde deneyimlenmesi gereken bir şekilde duygusal vuruşlar yaparak veriyor. Ne Iya ne de Masha (her iki kadının ilk film performanslarında) tam olarak ne istediklerini bilmiyorlar ve şefkat, zulüm, özlem, affetme ve kırılmayı gösteren sevinç parlamaları bu anlayışla melankoliye doğru gidiyor. İçsel duygusal yaşamları, bazen kan lekesi kırmızıları ve çarpıcı yeşillerin etkileşimi ile ifade edilmeye çalışılır.

İlk önce Iya ile bir hastanenin çamaşırhanesinde ortada dikilmişken ve boğazında küçük boğulma sesleri çıkarırken karşılaşıyoruz. Yaralı, ölmek üzere olan ve ölmeyi isteyen askerlerin bakımından sorumlu bir hastanenin çalışanı olan Iya hastanedeki diğer hemşirelerden absürt derecede uzun olmasıyla hemen göze çarpıyor. Iya, bir Rönesans portresinin soluk sarı benzine sahiptir, böylece bulunduğu her sahne bir tablo özelliği taşır. Iya, aşırı uzun olması nedeniyle “Sırık” takma adını almıştır. Hastanede ise orta yaşlı nazik bir doktorun sağ kolu olarak çalışır ve daha önce savaşta yer alan Iya, hala nöbet geçirmesine neden olan bir beyin sarsıntısı ile mücadele etmektedir.

Bütün bu yaşananlar esasen yaklaşan bir dramaya giriş niteliğindedir. Iya’nın arkadaşı Masha, Leningrad’a, askeri üniformasının üzerindeki madalyaları ile eski hayatına oluğu yerden devam etme isteği ile geri gelir fakat umduğu gibi olmaz ve bazı yıkıcı haberler alır. Masha’nın yaşadığı stres bozukluğu ise kendisini sinir bozucu bir gülümseme ile ele verir. Masha, Beanpole’un yıkık dökük dairesine taşınır.

Karmakarışık bir samimiyete, suçluluğa, intikam savaşına ve tuhaf bir aşka hapsolur. Yıllarca süren savaşın ardından Masha hayatına yeniden başlamaya kararlıdır. Masha birkaç sahne sonra Iya’nın kapısına gelene kadar Beanpole, hikayesini yönlendirecek çarpık dinamikleri açığa çıkarır; bu, karakterleri susturulan ile bir film için uygun bir seçimdir. Miroshnichenko, neredeyse sessiz olan Iya’yı kambur omuzlar ve öne doğru eğilmiş kafadaki mahsun bir ifadeyle oynuyor. Filmde Masha’nın yüzündeki alaycı sırıtış ise film boyunca mevcuttur ancak bu sırıtış ara sıra dürtüsel eylemlerinin ardındaki öfke ve üzüntüyü de açığa çıkarmada yardımcı olur. Masha’nın bu duygusal duvarı terzi komşu tarafından dikilen yeşil bir elbiseyle etrafta döndüğü bir sahnede birkaç dakikalığına yıkılır; bu, hızla ve çılgınca bir kedere dönüşen bir duygu boşalımıdır.

Balagov, bu bireysel patolojileri, İkinci Dünya Savaşı’nın genel olarak Rusya üzerindeki psikolojik etkilerinin teşhisine dönüştürerek, hayatta kalmak için korkunç şeyler yapmaya zorlanan bir ulusun kolektif dehşetini, iki arkadaşın birbirlerinin imkansızlığını soran hikayesiyle aktarıyor. Filmin kasvetli finali, bu daha büyük siyasi noktanın altını çiziyor, ancak bunu saf pedagojiden çok karakter gelişimine hizmet etmek için akıllıca yapıyor.  Aslında Beanpole, yakın çekimde çekilen diyaloglar aracılığıyla Iya ve Masha’nın dostluğunun sadomazoşist temellerini açığa çıkararak set parçalarını sessiz ve kişiler arası tutuyor.

Beanpole’da, kanın kaldırıma dolduğu Guernica’dan sonra soğuk bir sabah, bir yıkım tablosunda birbirine karışmış cesetler ve moloz yığınları ile birleşiyor. Eskiden St.Petersburg olarak bilinen şehrin yıpranmış mimarisinde ve Iya’nın bakımına muhtaç hastaların zayıflamış suratlarında, çarpık uzuvlarında tuhaf bir güzellik var. Balagov, sarılıklı sarı ve kızarmış kırmızı ışık kullanarak bu travmalı insanları ve mekanı bir ressamın gözüyle çiziyor.

Seher Kavut

kavutseher@gmail.com

Twitter

 

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here