Ana sayfa 2022 Un Beau Matin

Un Beau Matin

2848
2

15

Fransız yönetmen Mia Hansen-Love, henüz bir avuç filmi olmasına rağmen çağdaşı Fransız yönetmenler arasında en çok auteur özelliği gösteren yönetmenlerin başında gelir. Yönetmenin neredeyse bütün filmlerinde kendisinin ve çevresindeki insanların hayat hikâyeleri kurmacayı şekillendirdiği gibi zaman, mekân, müzik, kamera ve kurgu kullanımı da artık kendi sinema dilini oturtmaya başladığını gösterir. Yönetmen, Her Şey Bağışlandı (Tout est pardonné, 2007)’da amcası ve kuzeninin, Çocuklarımın Babası (Le père de mes enfants, 2009)’nda ilk filminin de yapımcısı olan ünlü yapımcı Humbert Balsan’ın, Gelecek Günler (L’avenir, 2016)’de felsefe hocası olan annesinin, Bergman Adası (Bergman Island, 2021)’nda yönetmen Olivier Assayas’la olan ilişkisini merkezine aldıktan sonra son filmi Güzel Bir Sabah (Un Beau Matin, 2022)’ta da hayatının son döneminde Alzheimer tedavisi gören ve pandemi sırasında hayatını kaybeden babasının hikâyesini anlatır. Bu durumla ilişkili olarak Hansen-Love, kendisi için temel olan şeyin iki farklı katmanı aynı anda ele almanın yolunu bulmak olduğunu, bazen gerçek hayat ve kurmacanın birbiriyle çelişik gibi gözükmesine rağmen hayatı olabildiğince doğru ve dürüst bir şekilde yakalamayı amaçladığından söz eder. Umutsuzluğa kaçmadan, hayatı nasıl olabildiğince dürüst anlatabilirim sorusu üzerinden bir anlatı şekillendirdiğini belirtir.[1] Bu anlamda yönetmenin özellikle Gelecek Günler ve Güzel Bir Sabah filmlerinin anne ve babasının hikâyeleri olmasının yanında biçimsel anlamda da birbirleriyle iletişim kuran, birbirleriyle bağlantı noktalarına yer veren ve tamamlayıcı özellikler gösteren filmler olduğunun da altını çizmekte fayda vardır. Gelecek Günler’de geç erişkinlik dönemine girdiği için ölümü gittikçe daha fazla düşünen, ama bir yandan da sahip olduğu her şeyden ayrıldığı ve uzaklaştığı için özgürlüğün ne olduğunu keşfe çıkan orta sınıf bir kadın felsefe hocasının hikâyesini izleriz.[2] Güzel Bir Sabah’da ise hayatını ders vermeye, okumaya ve yazmaya adamış orta sınıf bir entelektüelin hayatının sonuna doğru ilerlerken kitaplarını, becerilerini, ailesini ve hafızasını kaybetme sürecine tanıklık ederiz. İki karakterin de durumu, resmedilme biçimleri ve gerçek ile kurmacayı iç içe geçirme şekilleri birbiriyle ortaklık gösterir.

Gelecek Günler’deki Nathalie belki de Hansen-Love sinemasının şimdiye kadar gördüğümüz en güçlü, en dirayetli ve aynı zamanda en gerçekçi kadın karakteridir. Baştan sona hem hikâyeyi hem de kamerayı sürükler; anlatıyı şekillendirir ve kapitalist şehir yaşamına da erkek egemen ataerkil dünyaya da meydan okur. Romantik ve hayalperest çözümlere girişmeden kendi yolunda yalnızlığı seçerek ilerlemeyi tercih eder. Nathalie’nin durumu kadınların toplum içerisindeki rollerini, konumlarını ve çekirdek aileden başlayarak kurulan toplumsal yapıları da görünür kılar. Güzel Bir Sabah’ta da yönetmenin yola çıkış noktası aslında kendi babasının hastalığının ağırlaştığı son günlerine daha yakından bakabilmek, onu sevgiyle hatırlayabilmektir belki; fakat aynı Çocuklarımın Babası filminde olduğu gibi bu filmde de kısa süre sonra anlatının başkahramanı gibi gözüken erkek karakter arka plana geçerek yine bir kadın karakter öne çıkar. Film, esasında babasının hastalığı ile mücadele ederken bir yandan da her türlü zorluğa rağmen hayata tutunmaya çalışan Sandra’nın hikâyesine odaklanır. Bu anlamda, yönetmen tekrar kendi anlatı evrenini aynı Bergman Adası’nda olduğu gibi kendisi etrafında şekillendirir. Bu film, babasıyla, kızkardeşiyle, hayatına birdenbire giren ve onun tutkuyu ve hayatı deneyimlemesini sağlayan Clement’le ilişkili olmasının yanı sıra temelde Sandra’nın dünyası ile ilgilidir.

Yönetmenin bütün filmlerinde olduğu gibi Güzel Bir Sabah da isminden başlayarak hayatın çelişik yanlarını ortaya koymaya çalışan bir yapımdır. Gelecek Günler’de hayat deneyimi gittikçe daha çok sınırlanan ve yalnızlaşan Nathalie için gelecek kavramı oldukça belirsiz ve muğlaktır. Geç erişkinlik döneminde yapayalnız kalmıştır, yaşıtlarıyla da gençlerle de iletişim kurmakta başarısızdır. Ama filmin sonlarına doğru bir anda hayatına giren torunu onun hayata ve geleceğe bağlanmasına imkân tanır. Güzel Bir Sabah’ta da filmin ismi Jacques Prevert’in meşhur şiirine atıf yapar.[3] Prevert, kısa şiirinde aniden bir korkuya kapılıp yalnız olduğunu anlayan ama sonra da yapayalnız olmadığına kanaat getirdikten sonra “karşısındaki hiç kimseyle yaşıyordu beraberce” diyerek özetlediği bir hayat deneyiminden söz eder. Filmde de bu isim Sandra’nın babasının yazmayı planladığı otobiyografisinin başlığı olarak düşünülür. Gelecek Günler’deki ironi, Güzel Bir Sabah’ta da vardır. Film, yorucu, yıpratıcı ve basbayağı boğucu bir yaşam deneyimine sahip olan Sandra’nın durumuna atıf yapar. Sandra, bir yandan babasının hastalığı ile mücadele ederken, diğer taraftan da birlikte olduğu Clement’le yaşadığı inişli çıkışlı ilişki içerisinde sıkışmıştır. Güzel Bir Sabah ismi, onun için tüm zorluklarla mücadele ederken taşıdığı umudu dışavurur. Gelecek Günler’deki Nathalie de Güzel Bir Sabah’taki Sandra da bilinç düzeyinde içerisinde bulundukları toplumda, kapitalist sömürü düzeninde, erkeklerin dünyasında, aile olmanın getirdiği zorluklar içinde sıkışmışlardır. Bilinçdışlarında ise sürekli hareket etme, mücadele etme ve umut etme isteği taşırlar. Bu yüzden iki filmin ismi de karakterlerin bilinçdışına taşan umutlarını ve ışığa ulaşma isteklerini hatırlatır. Öyle ya, filmin son sahnesinde Sandra babasını arkasında bırakır. Aynı Nathalie’nin ölen annesini ve onun temsili olan kedisi Pandora’yı arkasında bırakması gibi… Hayat, tam da iki karakter için bu anda başlar. Özgürlük, terk edişe bağlıdır. Hansen-Love final sahnesiyle ilgili şunları söyler:“Son sahne benim için filmin asıl başladığı yerdir ve gerçeğe en yakın olan sahnedir. Babam aslında filmde gördüğümüz huzurevindeydi ve bir noktada erkek arkadaşım ve kızımla birlikte oraya gidip Sacré-Coeur’a çıkan merdivenleri yürüdüm. Acının mutluluk ihtimaliyle iç içe geçtiği o anda, babamı terk ediyormuşum gibi bir duyguya kapıldım ama aynı zamanda hayatımı yaşayabilmek için onu terk etmem gerekiyordu.”[4]

Çocuklarımın Babası, Gelecek Günler ve Güzel Bir Sabah gibi ölüm, yas ve melankoli süreçlerini de kapsayan hikâyelerini düşündüğümüzde, yönetmenin çok sevdiği Ingmar Bergman ve Eric Rohmer sinemasıyla da benzer bir anlatım dili geliştirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.[5] Gelecek Günler’in Nathalie’si Bergman’ın Monica’yla Bir Yaz (Summer with Monica, 1953) filmindeki Monica’nın daha olgun bir versiyonu gibiyken, Güzel Bir Sabah’taki girift ve karmaşık aile bağları ve ikili ilişkiler de Bergman’ın dünyasına aittir. Filmde sık sık tekrarlayan Jan Johansson’ın Liksom en Herdinna isimli tema müziği daha önce Bergman’ın Temas (The Touch, 1971) filminde kullanılır. Tema müziği, iki filmi tematik olarak birbirine bağladığı gibi aynı zamanda o filmde de evlilik dışı ilişki yaşayan bir erkek ile bir kadının ilişkisi merkezdedir. Hansen, Gelecek Günler’de Abbas Kiyarüstemi’nin Aslı Gibidir (Copie Conforme, 2010) filmine referans vererek karakterin arayışlarının arkasındaki gerçekliği sorgulatırken, burada da tematik olarak Bergman’ın dünyası ile bir bağ kurar. Bergman Adası’ndaki görünür bağlantılar Güzel Bir Sabah’ta incelikli ve zarif bir gönderme ile kurulur. Bergman’ın yanı sıra filmde karakterleri ele alış biçimi ise Eric Rohmer sinemasına yakın bir yerde durur. Rohmer’i diğer Yeni Dalga yönetmenlerinden ayıran özelliği onun sinemasal gelenekten çok edebiyattan beslenmesiyle açığa çıkar. Rohmer sinemasının kaynağını edebiyatla daha çok örtüştürse de, onun için önemli olan hikâyedeki olay örgüsü değil, karakterlerin olaylar üzerine yaptığı sorgulama süreçleridir. Bu yüzden, filmlerinin çoğunda başkarakterin sesinden yaşanılan olayların bir değerlendirmesi yapılır ve izleyici de bu değerlendirme sürecine çekilir. Rohmer’in sinemasında anlatı karakterlerin içsel sorgulama süreçleri üzerine kurulur. Altı filmlik Ahlâki Öyküler serisi bu açıdan önemlidir. Maud’da Geçen Gecem (Ma Nuit Chez Maud, 1969) filminde de, tek bir mekânı paylaşan bir kadın ve iki erkek vardır. Fakat serinin bütün karakteristiğini ortaya çıkarması açısından, serinin en dikkate değer filmidir. Serinin hemen hepsi kartezyen felsefe temelinde birleştiğinden, hem bu felsefeyi hem de serinin ismini en iyi ifade eden film Maud’da Geçen Gecem olur. Aklın sınırlarının olduğunu ve bazı şeylerin ancak gönülle kavranacağını belirten Pascal’ın felsefesinin yorumlarının yapıldığı filmde, Pascal’ın “moraliste” yanı da ortaya konur. Türkçe’ye “ahlakçı” şeklinde çevrilen “moraliste”, Rohmer’den alıntılayacak olursak; “insanın içinde olup bitenin tanımlanmasıyla ilgilenen kişidir. Düşünceler ve duygularla ilgilenir.”[6] Bu tanım aslında serinin başlığını ve seri içindeki filmleri açıklamakla birlikte yönetmenin kişiselleştirdiği sinema üslubunu da ifade eder. Rohmer karakterleri sürekli içinde bulundukları durumu anlamlandırmaya çalışır; kendilerine bir şekilde o durumdan bir paye çıkartır ama bütün bunlar esasında önemsizdir. Esas mesele karakterlerin davranışlarını sorgulama süreçleridir; yani bir anlamda yönetmenin ifade ettiği gibi davranışlarından ziyade davranışlarıyla ilgili düşündükleridir. Bu temel yapı üzerine filmlerini kuran Rohmer de bu anlamda, Pascal gibi bir “moraliste”dir. Filmlerinde karakterlerinin içsel dünyalarında olup bitenleri tanımlamaya çalışır. Onların yaptıklarından ya da yapmadıklarından çok onların duygu ve düşünce dünyasıyla ilgilenir.

Güzel Bir Sabah’ta Mia Hansen-Love, Rohmer’in Yaz Hikayesi (Conte d’ete, 1996) filmiyle parlayan Melvil Poupaud’u başrolde oynatır. Poupaud, Dört Mevsim Hikâyeleri serisinin üçüncü filmi olan Yaz Hikâyesi’nde iki genç kadın arasında sıkışan ve karar vermekte zorlanan bir adamı canlandırır. Hansen-Love’ın filminde de eşi ile Sandra arasında sıkışır. Rohmer bağlantısı Poupaud ile sınırlı değildir. Filmde, Sandra’nın babasını oynayan Pascal Greggory’de yönetmenin başta Pauline Plajda (Pauline a la Plage, 1983) ve L’arbre, Le Maire Et La Médiathèque (1993) filmleri olmak üzere Rohmer’in televizyona çektiği pek çok filmde rol almıştır. Bu şekilde oyuncu seçimleri ile bağlantılarını sağlamlaştıran Hansen-Love, karakterlerini de Rohmer tarzında benzer şekilde sorgulamaya başlar. Sandra’nın Clement’le olan ilişkisi bunun en güzel örneğidir. Rohmer’de fiziksel ilişki her zaman iç dünyadaki değişimleri sorgulamak ve arzuyu görünür kılmak için bir araç olarak kullanılır. Sandra, Clement’le tutkusal bir ilişki yaşamaya başladıktan sonra gündelik hayattan adım adım kopmaya başlar. Önce kızını eskrim dersinden almak için kızının yanına gittiği sahnede Sandra iç dünyasına geçer. Oradadır, ama aslında yoktur. Sandra, Clement’i düşündükçe gündelik işlerine, kızıyla oynadığı oyunlara yabancılaşarak daha fazla içe döner. Ailecek oynadıkları Scrabble oyununda Sandra, Clement’i düşünerek bilinçdışının bir yansıması olarak Freudyen bir dil sürçmesi gibi “sex” yazar. Bu sahne kızının yanında gerçekleşmesine rağmen Sandra utanmaz; yıllardır hem toplumsal normlar hem de çevresi nedeniyle baskılanan arzusu uyanmıştır artık. Kendi arzusuyla, kendi tutkusuyla, kendi bedeniyle, kendi cinselliğiyle barışarak bunu kabullenmeye hazırdır. Clement’ten gelen bir mesajla sevinip yolculuk ettiği otobüsün camına kafasını yaslar ve mutlu olur. Hansen-Love sinemasının şiirsel ve büyüleyici anları bir kez daha tekrar eder. Yüzeyler, bizi dış dünyadan iç dünyaya dönen karakterlerin durumunu anlamaya zorlar. En son noktada ise Sandra, Clement’ten gelen mesajdan sonra ağlayarak çeviri yapamaz hâle gelir. Artık işi ve çevresiyle iletişimi sekteye uğrar. Hansen-Love karakterinin bu değişimlerini adım adım bir “moraliste” edasıyla takip eder. Diyaloga çok fazla yer vermeden, usulca kamerasıyla karakteri takiptedir ve eylemleri değil, eylemlerin iç dünyada yarattığı sonuçları yakalamaya çalışır. Hansen-Love sinemasının merkezinde hayatı olduğu gibi görebilmeye çalışmak ve neredeyse insan ruhunun kırılımlarını yakalayabilmek ve şiirsel bir biçimde beyazperdede görünür kılabilmek vardır. Bu anlamda, Güzel Bir Sabah da yönetmenin diğer filmlerinde kullandığı üslubu devam ettirir.

Film içerisinde Sandra’nın babasıyla kurduğu ilişki insan ruhunun derinliklerine inme ve zamanın geçip gidişi karşısında insanın yaşadığı acziyeti anlatabilme anlamında önemli bir işleve sahiptir. Sandra’nın babası hayatını akademik uğraşlara adar. Kaderin bir cilvesi sonucu Alzheimer’a yakalanır ve hafızasını kaybetmeye başladığı gibi görme duyusunu da günden güne kaybeder. Bu durumu, Kafka’nın Dönüşüm kitabındaki Gregor Samsa’nın dönüşümü üzerinden ifade eder. Georg da Samsa gibi her geçen gün fiziksel anlamda bir metamorfoz süreci geçirir. Hafızasını kaybeder, tanıdıklarını birbir unutur. Görme yetisini kaybeder. “Her şeyim” dediği kitaplarını okuyamaz. Yazı yazıp kendisini ifade edemez. Bir süre sonra ayakta bile duramaz. Geçirdiği fiziksel metamorfoz beraberinde ruhsal bir dönüşümü de zorunlu kılar. Georg gittikçe kötüleşirken kızı Sandra’nın huzurevinde çaldığı Schubert’in Piano Sonata’sını artık dinlemek istemez. Schubert, Georg için artık fazlasıyla “duygu yüklü”dür. Gelecek Günler’de annenin ölüme gidişi gibi Güzel Bir Sabah’ta da baba ölüme doğru gider. Zamanın geçip gidişi ve insanları ezip geçişi Hansen-Love sinemasında her zaman merkezi bir önemdedir. Tam da zamanın sürekli ileriye akması ve ölümün hayatın tek gerçeği olması yaşamı anlamlı kılar. Karakterleri yaşamın içerisinde olmaya zorlar. Güzel Bir Sabah’ta da finalde Sandra’nın babasını geride bırakarak Sacre-Couer’a gitmesi ve şehre yukarıdan bakması bu anlamda sembolik bir öneme sahiptir. Filmin finalinde bariz bir biçimde dış mekânda ışık vardır. Yönetmen, mizansende aynı Gelecek Günler’in finalinde Noel yemeğinde evin içerisini sıcak bir ışıkla aydınlatılması gibi Güzel Bir Sabah’ta da Sandra’yı ışığın içerisinde resmeder. Kış bitmiş, bahar gelmiştir. Mevsim döngüsü tekrar ederken, karamsar ve umutsuz olan Sandra yüklerinden kurtularak yeni bir başlangıç şansını elde eder. Hansen-Love sineması hayatı tam da olduğu gibi acısıyla tatlısıyla, karamsarlığıyla umuduyla, inişleri ile çıkışları ile yansıtır. Hayatın çok boyutlu ve çok renkli yapısı, yönetmenin sinemasında tüm detaylarıyla karşımıza çıkar.

 

Barış Saydam

Bar_saydam@hotmail.com

Twitter

 

Kaynakça

[1] Mia Hansen-Love, Interview by Devika Girish, Film Comment, “Cannes 2022 Interview: Mia Hansen-Løve”, https://www.filmcomment.com/blog/cannes-2022-interview-mia-hansen-love-one-fine-morning/ (Erişim: 16.03.2023).

[2] Filmle ilgili detaylı bir eleştiri yazısı için bkz. Barış Saydam, avrupasinemasi.com, http://www.avrupasinemasi.com/2023/06/13/lavenir/

[3] Jacques Prevert, “Güzel Bir Sabah”, antoloji.com, https://www.antoloji.com/guzel-bir-sabah-siiri/ (Erişim: 16.06.2023).

[4] Mia Hansen-Love, Interview by Catherine Wheatley, Sight & Sound, “My films are all connected to one another because they are so personal”, https://www.bfi.org.uk/sight-and-sound/interviews/mia-hansen-love-one-fine-morning (Erişim: 16.06.2023).

[5] Mia Hansen-Love verdiği söyleşide kendisini çocukluğunda etkileyen yönetmenleri şu şekilde ifade eder:“On altı ya da on yedi yaşlarındaydım ve ilk defa bir filmde oynamıştım. Gidip Bresson, Bergman ya da Jacques Doillon’un filmlerini izler, sonra evde Rohmer filmlerini izlerdim.” Mia Hansen Love, Interview by Hillary Weston, Criterion, “In the House of Cinema: A Conversation with Mia Hansen-Løve”, https://www.criterion.com/current/posts/7040-in-the-house-of-cinema-a-conversation-with-mia-hansen-lve (Erişim: 16.06.2023).

[6] James Monaco, Yeni Dalga, çev. Ertan Yılmaz, İstanbul, +1 Kitap, 2006, s. 278.

Önceki makaleNarcosis
Sonraki makaleSaint Omer
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

2 YORUMLAR

  1. geçenlerde bu filmin yer aldığı bir reklam görmüştüm film, epeyce dikkatimi çekti zaten başroldeki kadının birkaç filmini daha öncesinde izlemiştim bakalım fırsat olursa umarım izlerim

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here