Ana sayfa 2010'lar 2010 Çoğunluk

Çoğunluk

1266
0


Yeni Sinemacılar’ın ürünlerine baktığımızda ortak bir gerçekçilik ve bu gerçeğin oldukça sade ve çarpıcı işlenişi göze çarpıyor. Toplumsal arenadan seçtikleri farklı grupları birer sosyolojik olguymuşçasına ele alarak, barındırdıkları birkaç bireyin hayatından yola çıkarak bu topluluklara dair önemli bakış açıları sunuyorlar. Serdar Akar “Gemide” filminde ‘erkeklik’in, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar”da ‘mahalle’nin, Önder Çakar “Takva”da ‘cemaat’in tehlikeli sularında gezerken, Seren Yüce “Çoğunluk” ile şimdiye kadarkilerin en kutsalı ‘aile’ ile hesaplaşıyor. Evin genç oğlu Mertkan üzerinden büyüteç tutulan orta sınıf çekirdek ailesi de beyazperdede büyüdükçe pek çok açıdan Türkiye’nin ezici çoğunluğuna ayna tutuyor. Altın Portakal’ı da almasıyla Çoğunluk epey konuşuldu, konuşulacak. Yıldırım Türker, film için “Türk sinema tarihinin en dolaysız konuşan, en karanlık filmi” diyecek kadar ileri gitti. Yabancı festivallerde de film “karanlık ve komik” bulunarak ödüllendirildi. Ortak olan karanlık imgesi ise aslında korkutucu bir anlam taşıyor. Mertkan’ın her türlü ötekini şiddetle dışlayan bir çoğunluğa kazandırılma sürecini anlatan filmin bu sürecin kendini çağıran bir döngü olduğuna dair ikna edici verileri de var.

Film babasının peşinden ormanda yürüyen bir çocukla doğa içinde sessiz sakin bir şekilde açıldığında Semih Kaplanoğlu tarzında -sembolist bir ön film ile- bir gidişat bekleyivermiştim fakat hiç de öyle çıkmadı film. Fatih Özgüven de Çoğunluk için, “Altın Portakal’da Demirkubuz olmasa da gölgesi var” diyordu. Özellikle ikinci yarısıyla bir Demirkubuz benzerliğinden söz etmek mümkün, Kadervari bir sürüklenişe dönüşüyor film yer yer. Üniversiteyi askerlikten kaçmak için açıköğretimde okuyan Mertkan’ın, ailesinin kabul etmediği bir kıza aşık oluşu veyahut olamayışı eşliğinde bu genç oğlanın ‘erkek’ olma hikayesini ele alıyor film. Buradaki erkeklik durumu tüm otoriterliğiyle bir baba figürü; fiziksel ve zihinsel şiddetin ortaklığıyla meydana gelen bir travma. Sürekli babasına ve çevresindeki diğer büyüklere boyun eğerek yaşamış birisinden artık diğerlerini boyun eğdirmesi talep edildiğinde sarsıcı çelişkiler yaşaması doğal. Bu durumda ya gidişatı kabullenerek çoğunluğa dahil olmak gerekiyor ya da tümden bir kaybedişi göze alarak öte yakaya geçmek. Ailenin ve sınıfının sunduğu her tür konfora alışmış ve onlar olmadan yaşamayı göze alamayacak birisi içinse ötekini anlamak, onun safına yaklaşmak zor olan.

Türkiye’de üretilen nefret söylemlerinin çıkış noktasına aileyi ve ahbapları koyan Çoğunluk, aileden fiziksel olarak ayrılmayla birlikte bu söylemin sınıfsal pratiğine de eğiliyor. Babası müteahhit olan Mertkan’ın işlere göz kulak olmak için -işçilerin başında durmak(!)- inşaata gidip evden ayrı kalması, korunaksızlaşmasına ve nefreti boşaltacak alan bulmasına el veriyor. Burada iktidarı ele alma sürecinde sermayenin kuvvetine açıkça tanık oluyoruz. İnşaat yeri, patron ile işçi arasındaki gerilimleri barizce verebilmek için iyi bir sinemasal mekan. İşleri istediği gibi gitmeyen Mertkan, sermayeden aldığı güç olmadan meydan okuyamayacağı Doğulu işçilere çalışma alanında maddi-manevi şiddet uygulayıp rahatlayabiliyor. Fırat Yücel’in Altyazı’da değindiği gibi mutlu ailelerin huzurlu bir şekilde yemek yiyebilmesi uğruna ötekileştirilenler büyük bedeller ödüyor. Fakat bu “mutlu aile” mevzusunun ezenin üzerinde yaşadığı baskılarına da yer vererek aslında o kadar da mutlu olamadığını Çoğunluk vurguluyor. Televizyon karşısında, sıcacık bir odada annenin yaptığı yemekleri maaile yemenin her zaman romantize edildiği derecede kutsal ve güzel olmayabileceğine kani oluyoruz. Bu konuda da aslında hiç yalnız olmadığımızı fark ediyoruz.

 

Yiğitalp Ertem

yalpertem@gmail.com

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here