Göçmen Sonia, bir otelde kat hizmetlisi olarak çalışmaktadır. Eski bir polis olan Guido ise bir villada koruma görevlisidir. Bekar insanlara çöpçatanlık yapan bir tanışma toplantısında tanışan Sonia ve Guido kısa sürede anlaşırlar ve aralarında bir ilişki başlar. Guido’nun çalıştığı villada takıldıkları bir gün maskeli soyguncular tarafından saldırıya uğrarlar. Sonrasında yaşadığı travma sonucu kendini tekrar yalnız bulan Sonia’nın kafasında soygunda yaşananlarla ilgili görüntüler belirmeye, tuhaf olaylar yaşanmaya başlar. Üç senaristin kaleminden çıkan La doppia ora, birkaç kısa filmin ardından çektiği bu ilk uzun metraj sonrası kendini TV dizilerine veren Giuseppe Capotondi’nin yönettiği gizem dolu bir dram. Bu biraz da şaşırtıcı bir durum. Çünkü sürprizlerle dolu, kurgu becerisi sayesinde son dakikaya kadar gizemini koruyan, seyirciye gelgitler yaşatan böylesi iyi bir filmin ardından Capotondi’nin uzun metrajdan uzun süre uzak kalması ilginç olmuş.
Sonia ve Guido’nun yalnızlıklarını ve gerçek bir ilişkiye olan ihtiyaçlarını saptadıktan sonra onları çöpçatan organizasyonu ile biraraya getiren, böylece romantik sulara yelken açtığını düşündüren senaryo, soygun ve sonrasında kıvama gelerek tahmin edilemez bir psikolojik gerilim ve buna bağlı olarak çapını bilen bir dram haline geliyor. Hatta bir ara hayalet hikayesine mi dönecek derken neyse ki toparlayıp o muğlak gerginliğine geri dönüyor. Sürprizler ve kırılma noktalarıyla kendini hep taze tutuyor. Ortalarında yaşanan çok önemli bir twist ile iyice alevlenen film, kendi yolundan sapmadan alternatif bir yol daha açıyor ki, bazı parçalar kolayca yerine otururken, kalan parçaları nereye koyacağımızın çaresizliğini önümüze koyuyor. Üç kafadan çıkan senaryo muhtemelen alternatifi bol bir tasarımla fikirlerini organize edip ortak paydalarda buluşma yoluna gitmiş insanların ürünü gibi duruyor. Tabii bu paydalar, filmin cazibesine kapılmış tüm seyirciyi tatmin edecek çözümler ve sonuçlar ortaya koymayabiliyor.
Etrafına tuhaf ve gizemli yan karakterleri toplamış Sonia’yı istediği gibi uzaklaştırıp yakınlaştırma becerisi gösteren senaryo, düğüm attığı, sonra çözüp başka bir şekilde tekrar düğümlediği örgüsünü filmin son dakikalarına kadar, hatta bittikten sonra bile kolayca çözmeye yanaşmıyor sanki. Bu haliyle usta yönetmen Giuseppe Tornatore’nin La sconosciuta (2006) filmini de anımsatan La doppia ora, o filmde de başrolde yer alan Rus oyuncu Kseniya Rappoport’un güçlü performansına da çok şey borçlu. Ama anımsatması bir yana, filmin La sconosciuta kadar kendinden emin, özellikle dramatik yanının çok güçlü olmadığını da söylemek gerek. Senaryonun üç kafadan çıkmasının bazı arızalarını da taşımıyor değil. Dağıttını toplama becerisi, dağıtmak istediği şeylerin gerekliliğini tartışmayı engellemiyor. Mesela filmin seyrini hiç etkilemeyen ufak bir seri katil eklentisi bile mevcut. Kendine yoğun gündemler belirleyip, bunların arasında hep belirsiz tuttuğu, ama yine de ayakta tuttuğu aşk hikayesinin akıbeti de klişelerden uzak olunca artıları bol bir İtalyan filmi izlemenin keyfini çıkarıyoruz.
Osman Danacı
odanac@gmail.com