Ana sayfa 2010'lar 2017 Körfez

Körfez

22
0

Semih Kaplanoğlu’nun Süt (2008) ve Hüseyin Karabey’in Sesime Gel (2014) gibi filmlerinde yapımcılık yapan Emre Yeksan, Selim ismindeki başkarakterin İzmir’e döndükten sonra yaşadıklarını konu alan ilk uzun metrajlı çalışmasında önemli meselelere dokunmaya gayret ediyor. Yönetmen filmle ilgili hazırlanan yönetmen görüşünde filmi şu şekilde ifade ediyor:“Körfez’in hikâyesinde geçmişe duyulan nostaljiyle geleceğe dair böylesi bir endişeyi harmanlayarak, içinde bulunduğumuz durumun ne kadar komik ve saçma olduğunu da vurgulayıp, umuda doğru bir ihtimalin varlığını işaret etmek istiyorum. İnsanın doğaya karşı yüzlerce yıllık mücadelesinde artık yok etmenin değil uyumun, bir arada var olmanın yöntemlerini aramak gerekiyor.”[1]

Bunların yanı sıra filmde, Selim’in İzmir’e dönüşüyle birlikte geleceğindeki belirsizliği, içerisinde bulunduğu sıkışmışlığı, yaşadığı varoluşsal travmayı, ev ve eşya üzerinden mülkiyetle ilişkili bir meselesinin de olduğunu sezinliyoruz. Ancak filmin en temel sorunlarından biri, tam da bu bahsettiğimiz meselelerin çokluğu… Bu, sadece Körfez’in değil, son dönem Türk sinemasındaki pek çok filmin de sorunu aslında. Yönetmenler ilk filmlerinde her şeyi anlatma dürtüsüyle birlikte işleri daha da içinden çıkılmaz bir hâle getiriyorlar.

Körfez’in bakıldığında senaryosunda önemli ve ilginç meseleler var. Senaryo, Selim’in İzmir’e gidişiyle birlikte hem kentin hem de Selim’in dönüşmesini, insan ve doğa arasındaki dengenin bozulmasını da içerisine alan katmanlı bir yapıya sahip. Fakat kâğıt üzerinde belirli bir odak noktası ve iyi bir yönetmenlikle işleyebilecek çeşitli meseleler filmde işlemiyor. Bunun en büyük nedeni de kâğıt üzerinde janjanlı gözüken kavramların ve metaforların filmde çok düz bir şekilde karşılık bulması. Bataklık, koku, maske ve kaplumbağa gibi şeyler, metafor olmaktan çok düz anlamlarıyla filmde varlar. O yüzden de hikâye bir toplumsal alegoriye dönüşemiyor. Böyle bir alegorinin işleyebilmesi için toplumsal anlamda, karakterin ve çevrenin derinlikli bir şekilde inşa edilmesi gerekiyor. Filmde, karakteri de tanımıyoruz, karakterin motivasyonlarını yani ne yapmak istediğini ya da ne yapmak istemediğini de tam anlamıyla anlayamıyoruz. Bunun başlıca nedeni ise, karakterin içerisinde bulunduğu habitusla ilgili her şeyin çok zayıf ve silik kalması. Karakterin düşünme, davranma ve yaşama biçimini oluşturan, kendi toplumsallaşma süreci çok zayıf. Bunun yanı sıra, karakterin içinde bulunduğu toplum da çok basit ve karikatürize duruyor. Toplumu oluşturan unsurlar yönetmenin gerçekten tanıdığı, nüfuz ettiği ve temas ettiği kişilerden çok göstermelik olarak filme fon olması için eklenmiş kişilere benziyor. Gerçek hayata ya da insana temas etmek yerine onun replikasını yeniden canlandırma, onu plastik bir fonda kullanma gayesi filmin meselelerini de önemsizleştiriyor. Bu da, orta sınıfların körfezdeki kokudan kaçarak şehri boşaltmasıyla birlikte başlayan karakterin dönüşüm sürecini sekteye uğratıyor. Güçlü bir toplumsal yapı, derinlikli bir çevre inşası ve iyi bir oyuncu seçimi ile farklı bir yere gidebilecek metin, bu nedenlerden dolayı dağınık ve her şeyi anlatmaya çalışırken hiçbir şeyi hakkıyla anlatamayan bir ilk filme dönüşüyor.

Geçtiğimiz aylarda gösterime giren Taş filminde de benzer bir durum vardı. Körfez de Taş’taki gibi, karakterini ve karakterin çevresiyle ilişkisini ifade etmek yerine onu mistifike etmeye çalışıyor. Elbette bir eylemde bulunmak gibi bir eylemde bulunmamak, ne yapacağını bilememek, kafa karışıklığı yaşamak da bir durumdur. Ama her varoluş biçiminin olduğu gibi bunların da bir sinemasal tercümesi vardır. İyi bir temsiliyet ilişkisi kuramayıp, eldeki meselelerin arasındaki bağlantıları iyi kuramadıktan sonra ne yapmak istediğini tam olarak bilemeyen Selim gibi bir karakteri de anlaması güçleşiyor. Bu açıdan bakıldığında, Körfez son dönem Türk sinemasında farklı bir yerde olabilecek bir potansiyele sahip olmasına rağmen bir ilk filmin tüm dezavantajlarını taşıyan ve yönetmenlik zaaflarından dolayı metnin hakkını yeterince veremeyen bir yapım olarak kalıyor.

 

Barış Saydam

Bar_saydam@hotmail.com

Twitter

 

[1] Emre Yeksan, “Körfez Umuda İşaret Ediyor”, Fongogo.com, https://www.fongogo.com/Project/korfez-snema-flm (Erişim: 1 Aralık 2017)

Önceki makaleKalandar Soğuğu
Sonraki makaleSarı Sıcak
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here