Ana sayfa 2010'lar 2014 Kuzu

Kuzu

1280
0

19

Oğuz Atay günlüklerinde sık sık Doğu ile Batı’yı kıyaslar. Türk edebiyatının Doğulu mu Batılı mı olduğunu tartışır. Buraya özgü yaşama alışkanlıklarının, mizahın ve hayatı kavrayış şeklinin özgünlüğünün nasıl bir anlatım şekline dönüştürebileceğinin yollarını arar. Günlüklerin bir bölümünde Atay arayışını şu şekilde ifade eder:“Batı Dünyasından bütünüyle farklı bir görüşü anlatmayı bilmem nasıl becermeli? Bunu hissettiğimi sanıyorum. Bir bakıma ‘irrational’ –Batı’nın anladığından ayrı- bir görüş bu. İçinde, düşünenin fark etmediği bir ‘humour’ olan, saf diyebileceğim bir görüş. Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı, myth’lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde.” (1)

Atay’ın günlüklerinde bahsettiği, “çocuk kalmış bir millet” olma durumunun, olayları ve dünyayı mucizelerden ve mitlerden destek alarak ciddi bir biçimde yorumlama gayesinin Kutluğ Ataman tarafından da fark edildiğini düşünüyorum. Ataman, Kuzu filminde tam da Atay’ın bahsettiği trajikomik resmi canlandırmanın peşinde koşuyor gibi. Bir yandan dini mitoslardan, mitolojiden, erkeklik ritüellerinden ve sanat sineması klişelerinden besleniyor. Diğer yandan ise, bütün bu postmodern çeşni, ciddi olanı gülünçleştirmeye, sembolik olanın altını oymaya hizmet ediyor. Ataman, klişelerle oynayarak yeni bir şey yaratmaya, yeni bir bakış ortaya çıkarmaya çalışıyor. İnsanların büyük bir ciddiyetle yaşadığı gerçeklik içinde bir kesik açarak, gündelik hayata, ritüellere ve erkekliğe Atay’ın yaptığına benzer bir “humour” anlayışıyla yaklaşıyor. Öğretici olmaktan uzak, gerçeği ve gerçekliği değişmez bir biçimde algılamadan, nüktesini toplumsala olduğu kadar bireye (içeriye) de yönlendirebilen bir bakışa sahip.

Sünnet Ritüeli ve Erkeklik İnşası
Ataman’ın filmde ele aldığı önemli meselelerin başında erkekliğe geçiş ritüeli olarak sünnet gelir. Kitab-ı Mukaddes’in Başlangıç bölümünde sünnetin bir anlaşmanın simgesi olduğu belirtilir:“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dâhil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.” (2)

Anlaşmanın gerçekleşmesi için Hazreti İbrahim’in çocuğunu sünnet etmesi gerekir. Bu şekilde, anlaşma başlayacak ve kuşaktan kuşağa geçecektir. Yahudi ve Müslüman topluluklarda kutsal bir gelenek olan sünnet, aynı zamanda birtakım ritüellerle birlikte bir törene dönüştürülür. Özellikle Müslümanlarda geleneksel sünnet töreni üç ana evreye ayrılır: Sünnet öncesi, sünnet günü ve sünnet sonrası şeklinde. Sünnet öncesinde, çocuğa ve yetişkinlere giysiler alınır, davetliler törene davet edilir, yapılacak ikramlar hazırlanır ve kına gecesi düzenlenir. Sünnet gününde, sünnet yapılacak çocuk erkekler hamamına götürülür, gezdirilir, türbe ziyareti yapılır, evde eğlence düzenlenir ve sünnet gerçekleşir. Sünnet sonrasında ise, mevlit okutulur. (3)

Dini bir ritüelin devamı olan sünnetin bu kadar kapsamlı bir törene dönüştürülmesi, erkeklik kurgusunun şekillendirilmesi açısından gereklidir. Sünnet, çocukluktan erkekliğe geçişin ilk adımıdır. Askerlik, evlilik, cinsel birliktelik ve baba olma şeklinde devam eden bir kurgunun ilk bölümüdür. Bu kurguda bireye, törenin başından itibaren erkek grubuna katıldığı hatırlatılır. Erkekler hamamına gitme, erkeklerle birlikte vakit geçirme ve en nihayetinde erkekler grubunun bir parçası olma ile sonuçlanan bir dizi etkinlikle birlikte çocuk, annenin dünyasından ayrılarak babanın dünyasına yakınlaşır. Saime Tuğrul bu geçişle ilgili şu yorumda bulunur:“Bedeninden kesilen parça, erkek çocuğun iç-anne dünyasından koparak dış-erkek dünyasına geçtiğinin işaretidir.” (4)

Gerçekliğin Anlamını Yitirmesi
Kutluğ Ataman, Kuzu filminde oğlunu sünnet ettirmek isteyen İsmail’in hikâyesi üzerinden erkekliğe geçiş ritüellerinin altını oyar. Mert’in sünneti etrafında şekillenen olay örgüsü, bir taraftan bir çocuğun erkeklerin dünyasına giriş sürecini tüm trajikomikliğiyle aktarır diğer taraftan ise bu ritüelin toplumda oynadığı rolü gösterir. Basit bir törenin hazırlanışı bir süre sonra absürd bir komediye dönüşür. Burada, Ataman’ın baba karakterini oluşturma şekli filmin genel tonunu da ortaya koyması açısından önemlidir. Filmde İsmail karakteri, bağımsız Türk sinemasının 1990’lardan beri görmeye alıştığımız bir türlü olgunlaşamayan, iletişim kurmakta güçlük çeken, içe kapanık, donuk bakışlı, sürekli sigara içen, uzaklara bakan, varoluşsal olarak kendini kayıp hisseden, ataerkil düzenin kendisine biçtiği rolü oynayamayan tipik bir tutunamayan görünümündedir. İsmail, verili toplumsal cinsiyet kurguları içerisinde, güçlü, lider özelliklere sahip, evine, ailesine bakan, çocuklarına örnek olan ideal bir rol model olmaktan uzaktır. Ataerkil düzenin erkeğe çizdiği rollerin içerisine giremediği, hiçbir zaman çocukluğunu tam anlamıyla yaşayamadığı için de Nurdan Gürbilek’in ifadesiyle bir “çocuk adam”dır. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabındaki Turgut’un babası Hüsnü Bey, aile resminde nasıl sığıntı duruyorsa, bir babaya özgü bütün kudreti elinden alınmış, iktidarının altı oyulmuşsa, filmde de İsmail’in aynı şekilde bütün gücü elinden alınır. Filmde, güç ve iktidar kadınlardadır. Ailenin kızı Vicdan, başından beri aile içinde yaşananları en doğru okuyan kişidir. Medine ise filmin “sürpriz finaliyle” İsmail’den intikamını alarak bir Medea’ya dönüşür. (5)

Kuzu’da yönetmen, genel olarak tercih ettiği nükteli anlatımı ile ataerkil toplumlardaki mevcut erkeklik konumunu, toplumsal kurguları bozmaya, bozuntuya uğratmaya çalışır. Ataman’ın diğer işlerinde de örneklerini gördüğümüz anlatım özellikleri sayesinde, Kuzu’daki taşra da filmdeki karakterlerin genel olarak imajı da (görünüş, giyim, şive vb.) çok önem taşımaz. Kuzu’daki esas mesele Erzincan’ın Erzincan’a, filmdeki karakterlerin de Erzincanlılara benzerliği değildir. Filmde yaratılan kurmaca evren, bağımsız Türk sinemasındaki taşra filmlerine benzer şekilde gerçeği taklit eden, -miş gibi bir kurguyla gerçekliğe dikkat çeken bir yapıda değildir. Yapaylık ve sahicilik kıyaslaması Ataman’ın Kuzu’da tutturduğu üslup açısından birincil derecede önem teşkil etmez. Nihayetinde Kuzu, simgesel bir dile sahip olan, yarattığı kurmaca dünyada belli değerlere atıfta bulunan semboller yaratmaz. Tam tersine, sembol olabilecek her şeyin yazının başında bahsini ettiğimiz bir tür nükteli anlatımla anlamlarını boşaltır. Bu yüzden de, Ataman’ın evreninde İbrahim’in kurban edeceği oğlu İsmail babasının yerine geçebilir, Mert isminden beklenmeyecek derecede korkak olabilir, Medine intikam almak için inandırıcılıktan uzak bir şekilde düşmanıyla işbirliği yapabilir, kuzu eti insan etine dönüşebilir. Ataman’ın anlatısı gerçekliği bir oyun hamuru gibi evirip çevirmenin, onu yeni şekillere sokmanın peşindedir.

Yan Yana Duran Anlatılar
Ali Akay Oğuz Atay’ın üslubundan bahsederken, Atay’ın anlatı mantığını şu şekilde ifade eder:“Bir cümlenin mantığı ve gerçeğiyle diğer cümlenin öznesi ve mantığı iç içe girmekte, ama yan yana durmaktadır; daha doğrusu iç içe girmekten çok yan yana durmaktadırlar. Birbirleri ardına dizilmekte ve zaman çizgisinde önce ve sonra olarak yer almaktadırlar.” (6) Buradan yola çıkarak belki şu yorumda bulunabiliriz. Kuzu’da İsmail’in, Medine’nin, Mert’in ve Vicdan’ın hikâyeleri anlatılır. Bunlar dört farklı hikâye gibidir. Hepsinin ayrı gerçeklikleri, ayrı anlamları vardır. Ancak bunlar birleştiğinde, tek bir çizgisel/bütünsel bir öyküye dönüştüklerinde birbirlerinin içine geçmezler, bir bütünü oluşturmazlar. Aile fertlerinin tekil hikâyeleri ailenin hikâyesine, ailenin hikâyesi de toplumun hikâyesine dönüşmez. Bunlar, birbiri içine geçmeyen, yan yana duran anlatılardır. Ataman tek bir gerçek, bütün peşinde koşmaktan çok bahsettiğimiz bütünü parçalara ayırmanın peşindedir.

Atay günlüklerinde etrafında döndüğü Türk edebiyatı, Türklük ve Türkiye’nin ruhu gibi kavramları kendine has üslubuyla altını oynamasına benzer bir biçimde, Kutluğ Ataman da Kuzu’da sürekli vurguda bulunduğu erkeklik ritüelleri ile aynı şekilde dalgasını geçer. Niyeti, Sivas’taki (Kaan Müjdeci, 2014) gibi çocuğun erkekliğe geçişi ve erkek cemaati içinde kendine bir yer edinmesinin hikâyesini anlatmak ya da ataerkil bir düzene karşı anaerkil bir düzeni önermek değildir. Bu anlamda, filmin genel izleyici tarafından, eleştirelliğinin sorgulanacağı ve benzeri bağımsız filmlerle karşılaştırılacağı muhakkaktır. Ancak Ataman kendine has bir anlatım üslubu oluşturmanın peşinden giderek, mevcut klişelerle oynamayı tercih eder. Melodramdan komedi, trajediden absürd mizah yaratır. Filmin açılışında çalan melodi ve motosikletli adam Ataman’ın yarattığı oyunbaz evrenin habercileridir. Ataman, bizleri Erzincan’a değil, kendi masal diyarına davet eder. Bu diyara girmenin yolu da sanıyorum Atay’dakine benzer bir “humour” anlayışını algılayabilmekle gerçekleşir.

Barış Saydam

bar_saydam@hotmail.com

Twitter

 

Kaynakça

[1] Oğuz Atay, Günlükler, İstanbul: İletişim Yayınları, 1987, s. 26.

[2] Kitab-ı Mukaddes, Başlangıç 17: 10-14.

[3] Taylan Akkayan, “Bedenin Kültürel Gerekçelerle Sakatlanması ve Söğüt’te Sünnet”, İğdiş, Sünnet, Bedene Şiddet Kitabı, Ed. Aylin Koç, Emine Gürsoy Naskali, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2009, s. 131-149.

[4] Saime Tuğrul, Ebedi Kutsal Ezeli Kurban: Çok Tanrılıktan Tek Tanrılığa Kutsal ve Kurbanlık Mekanizmaları, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010, s. 99.

[5] Yunan mitolojisinde Medea iki çocuk sahibi olduğu Iason tarafından aldatıldıktan sonra, Iason’u zehirlemek için kendi çocuklarını kullanır.

[6] Ali Akay, “Oğuz Atay’daki Kimliksizleşme ve Sense of Humour”, Oğuz Atay’a Armağan: Türk Edebiyatının “Oyun/Bozan”ı, Haz. Handan İnci, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s. 320-321.

Önceki makaleL’avenir
Sonraki makaleFaust
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here