Ana sayfa 2010'lar 2019 Trois Jours et Une Vie

Trois Jours et Une Vie

44
0

Pierre Lemaitre’nin aynı adlı romanından uyarlanan, senaryosu Lemaitre ile birlikte Perrine Margaine’e ait, yönetmenliğini ise Nicolas Boukhrief’in yaptığı Trois jours et une vie (Three Days and A Life), kazara işlenen bir cinayet ve bu cinayetin yıllara uzanan etkilerinin izini süren bir dram. Film, büyük bir kısmı Belçika ile Lüksemburg sınırları içinde kalan, bir kısmı da Fransa sınırları içine giren Ardenler’de bir kasabada 25 Aralık 1999’da, polis şefi Lambert’in kasaba halkını üç gün önce kaybolan 6 yaşındaki Rémi’yi arama çalışmalarına katılmaya davet etmesiyle başlıyor. Fazla zaman kaybetmeden de üç gün öncesine dönüyor. Annesiyle yaşayan 12 yaşındaki Antoine, aşık olduğu kız olan Emilie’nin başka bir çocukla öpüşmesine şahit olur. Ardından Emilie’nin ailesinin köpeği Ulysses’e araba çarpar. Baba Michel de acı çekmesin diye Antoine’ın gözü önünde köpeği tüfekle vurur. Psikolojisi yıpranan Antoine ertesi gün ise sinirli bir anında Emilie’nin kardeşi Rémi’yi ormanda kazara öldürür. Panikle cesedi bir çukura atıp kimseye bir şey söylemez. Tüm kasaba Rémi’yi bulmak için seferber olmuşken, Antoine bu trajediyi saklamaya kararlıdır.

Trois jours et une vie, bir polisiye veya suç dramı olarak roman uyarlaması olduğunun hakkını veren bir yorum. Küçük kasaba, birbirini tanıyan insanlar, işlenen bir suç ve onun getirdikleri çok fazla gördüğümüz bileşenler. Küçük Rémi’nin talihsiz akibetini görüyouz, dolayısıyla ortada gizemli bir cinayet yok. Asıl odağımız, istemeden de olsa 12 yaşında katil olan Antoine’ın nasıl bir yol izleyeceği. O yaşta bir çocuğun makul ve mantıklı hareket edebileceğini, olayları detaylı biçimde ölçüp biçeceğini beklemek pek doğru olmaz. Ama o yaşta bir çocuğun bu olayı büyüklerine itiraf ettiğinde ne derece anlaşılabileceğini, başına nelerin gelebileceğini kestirmesi de zor. Çoğumuzda o yaşlarda yaptığımız yaramazlıkların sonuçlarıyla yüzleşmemek için yalan söyleme veya susma alışkanlıklarımız vardır. O yüzden Antoine cesedi görünmeyeceğini düşündüğü bir yere atmayı ve hayatına kaldığı yerden devam etmeyi seçiyor. Tabii onun devam edebilmesi için doğa da devreye giriyor. Kapsamlı arama yapılacağı günün öncesinde gece patlak veren büyük fırtına, fiziki şartları yerle bir ettiği gibi, kasaba büyük kayıplara uğradığı için Rémi’nin kayboluşu da gölgede kalıyor. Giriş bölümünün ardından önceki üç güne dönüldüğü, o üç günde yaşanan kilit olayların gösterildiği geri dönüş kurgusu, bu fırtınayla son buluyor ve bu kez zamanda daha büyük bir sıçrama yapıyoruz.

Büyüdüğü, bir meslek sahibi olduğu zaman da Antoine’ın farklı sorunlarla yüzleşmesi söz konusu. Ama bu trajik olayı, hele de kendisinin sorumlusu olduğu bu olayı geride bıraktığını gördüğümüz vakit filmin ya da kökeninde romanın gerçeği söylemek ile hiçbir şey söylememek arasındaki ikilemin neresinde durduğunu merak etmeye başlıyoruz. 12 yaşında da, 30’una yaklaştığında da Antoine’ın eline gerçeği açıklamak için bazı fırsatlar geçiyor. Ne var ki geçmiş travmalarına rağmen hayatını rayına koymak isteyenlerin bu travmaları ve benzer etkiye sahip sırları içinde tuttukları sır değil. Antoine’ın sırrının nasıl ortaya çıkacağı, hatta çıkıp çıkmayacağı filmin en büyük gizemini oluşturuyor. Filmde bunun cevabını aldığımız gibi, bir film eleştirisine değil filmin kendisine bırakılması gereken başka sürprizlerin ortaya çıkışı da bu dramın katmanlarını ortaya seriyor. O sürprizleri bozmadan söylenebilecek şeylerden biri, herkesin birbirini bildiği küçük kasabaların insanı yutan, dönüşmesine, gelişmesine izin vermeyen, bağlı olduğu köklere bir süre sonra kendisinden de kökler eklemeye başladığı tuhaf manyetik alanlar olduğu gerçeği. Geçmişinde Le convoyeur gibi başarılı bir soygun filmi de bulunan Nicolas Boukhrief, filmin yıllara yayılan hikayesini seyirciye yabancılaştırmayan kurgulama tecrübesine de sahip bir yönetmen. Roman uyarlaması suç dramı Trois jours et une vie, kurulu düzenlerin, normal yaşamların geçmişinde çocukluğa, gençliğe dair ne sırlar yatabildiğinin, bu düzenlerin bozulmaması adına vicdan duygusunun nasıl ötelenebildiğinin etkileyici bir örneği.

 

Osman Danacı

odanac@gmail.com

Twitter

Önceki makale30. Adana Film Festivali Ulusal Yarışma Değerlendirmesi
Sonraki makaleLoveless
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here