Ana sayfa 2000'ler 2009 Kıskanmak

Kıskanmak

4055
0

kiskanmak-filmi

Film, emperyalizme karşı egemenliğini ilan etmeyi başarmış genç Cumhuriyet Türkiye’sinde, babaerkil ideolojiye ve erkek egemenliğine karşı gelemeyen ve bunu kabullenmiş olarak yaşamını sürdüren kadın karakterlerin varolma ya da filmdeki anlatımıyla “varolamama” çabasını anlatır.

Kıskanmak filmi, izleyicisine geniş bir ülke perspektifi sunarak başlar ve film süresince perspektifini daraltarak, gittikçe derinleşen toplumsal, kimi zaman sınıfsal ve kişisel analizlere dönüşür. Ülkenin egemenliği, büyük zorluklar ve fedakarlıklarla elde edilebildiği için Egemenlik ve Cumhuriyet Kutlamaları da ilk yıllarında özellikle coşku ve heyecanla yapılmaktaydı. İşte o ilk heyecanlar ve gururla Zonguldak’ta düzenlenen bir Cumhuriyet Balosu gecesinde başlayan yolculuk, toplumsal baskı ve dayatmaların yıprattığı ailelerin ve bireylerin çöküşlerini derinlemesine analiz ederek devam etmekte ve en sonunda da kişiselleştirerek son bulmaktadır. Film izleyicisine, Batılı ve modern yüzü ile (film klasik müzik konser sahnesi ile başlar) yeni Cumhuriyet ülkesinde, o devrin önemi açısından toplum, aile, erkek egemenliği, baskı ve sıkışmışlık altında ezilen kadın ve az da olsa çalışan alt sınıfın maruz kaldığı davranışlara kadar uzanan gizemli bir anlatımla anlatılmaktadır.

Filmde, yıkımdan ve parçalanmaktan son anda kurtulmuş bir ülkeye karşılık, yıkılma ve parçalanma sürecinin tam da başlangıcında olan bir ailenin dramatik hikayesi gözler önüne serilmektedir.

Filmin baş karakteri Seniha, filmin başında balo sahnesinde herkesin mutlu ve her şeyin yolunda göründüğü bir anda, bir masada tek başına otururken görülen bedbin duruşu, dışlanmışlığı, yıpranmış ve gizemli görüntüsüyle, tehlikenin ve yıkımın habercisi olarak birden izleyicinin karşısına çıkmaktadır. Seniha’nın filmin başlarında abisi Halit’in, güzelliği ile dillere destan karısı Mükerrem’i kıskanıyor olması sözkonusu iken, altında yatan asıl meselenin daha derinlerde, iki kardeşin (Seniha ve Halit) çocukluğunda yattığını filmi izlemeye devam ettikçe anlamak mümkün olmaktadır.

Filmin ilerleyen sahnelerinde fark edildiği gibi aile fotoğraflarında Seniha’nın asık yüzü, neredeyse fotoğrafın dışına itilmiş haldeki pozu yegane ipuçlarındandır. Seniha’nın nasıl da erkek egemenliğinde, değersiz kız çocuğu ortamında büyütüldüğünü, yönetmen bu fotoğraflarla izleyicisine aktarmaktadır. Halit’in fotoğraflardaki daima gülen yüzü, mutluluğu ve duruşundaki kendine olan güveni ailede yıllar içinde yaşananları gözler önüne sermektedir. Geçmişte Seniha’nın tek evlenmek istediği erkeğin gizemli bir şekilde askere gittiğinin Seniha’ya söylenmesi (filmde bu erkeği abisi Halit’in göndermiş olabileceği vurgusu yapılır) ve dolayısıyla bu hayatındaki tek erkeği de kaçırarak Seniha’nın kendine bir yuva kuramaması, Halit’in karısı Mükerrem’e “Seniha’ya fazla değer verme!” diyerek izleyicisine verdiği ipucuyla, abi/kız kardeş ilişkisindeki eşitsizliği, Seniha’nın mutsuzluğunu ve yıllarca nasıl ezildiğini, abisinin ancak “kendisinden önce ölmesi” halinde bir nebze teselli olacağını söyleyebilecek kadar abisinden nefret ettiğini net bir şekilde göstermektedir.

Filmde baş karakter Seniha’nın nefretinin, mutsuzluğunun, sessiz ve kımıltısız tehlikeli dönüşümünün şifrelerini çözmek mümkün olmaktadır. Hikayedeki diğer kadın karakterlerin geçmiş hayatlarına dair şifreler izleyiciyle paylaşılmasa da, bu karakterlerin de bir anlamda, varolma savaşının içinde çaresizliğin, ezilmişliğin ve mutluluk arayışlarının mücadelesini vermekte oldukları görülmektedir. Nusret’in annesi, yalnızca para, gösteriş ve zenginliği ile ve oğlu Nusret’e taparcasına duyduğu hayranlık ve sevgi ile mutlu olmaya çalışmaktadır. Güzelliğini sergileyerek ve bunu kullanarak çıkış yolları arayan, mutsuzluğundan bu şekilde sıyrılabileceğini sanan Mükerrem ise, sıkıcı bulduğu yaşadıkları taşra kentindeki sıkışmışlığından, aslında sevmediği kocası Halit’i aldatarak (sinema salonunda görülen Kocasını Aldatan Kadın adlı film afişinin tam da önünde duran Mükerrem’in kocasını aldatacağının habercisidir) mutluluğu yakalamaya ve kendince de varolmaya çalışmaktadır. Çalışan alt sınıftan olduğu gözlenen, fakir halktan olan ve evlerde çalışan kadın hizmetkarların, yaptıkları günlük işlerinin haricinde,her türlü kirli oyuna alet olmak zorunda kalmaları taşrada verilen bu hayat mücadelesinde varolabilmek için kadınların yaşadıklarını gözler önüne sermektedir. Tüm bu kadın karakterlerin yanı sıra hikayede tek bir onaylanan, savunulan, hak verilen kadın karakterinin olmaması, o devirde özellikle taşrada varlık gösteremeyen kadınların çoğunlukta olduğunun bir göstergesi olarak algılanabilmektedir. Filmde, Seniha aslında Mükerrem’in güzelliğini değil de, yoğunluk olarak, hayatını elinden çalan (Halit) fakat kendisine güzel olan bir hayat (Halit’e göre güzel bir hayat, ancak karısı Mükerrem’e göre mutsuz bir hayat) kuran abisi Halit’i nefretle kıskanmaktadır. Ve yıllarca, abisi Halit’in yanında yaşamak zorunda kalarak, bu yıkıcı hayatın her anına ve abisinin bitmek bilmeyen kibrine tanık olmak zorunda kalmış bulunmaktadır. Seniha’nın kendi kendisine “sığıntı” diyebilecek kadar bunu kabullenmesi sonucu, Seniha’nın intikamcı dönüşümünü, film süresince, bir türlü ne ördüğünün, bitmiş hali görülemediği için anlaşılamadığı, durmadan tekrar eden örgü sahnelerinin de sembolik çağrışımıyla, Seniha’nın tehlikeli yıkım ağını sessizce, ilmek ilmek ördüğünü görmek mümkün olmaktadır.

Kömür madeninde çalışırken, “gaz vaziyeti normal Mühendis Bey, çalışmaya devam edin!” diyerek sorumluluklarının bilincinde, dürüst bir portre çizen Halit bey, evinde ise farklı olarak erkek egemen bir portre çizmektedir. Halit Bey, karısına, kız kardeşine ve diğer kadın hizmetkarlara sadece “tatlı pişiren” ve erkeğe hizmet eden varlıklar gözüyle bakarken, babaevinde kendisine doğumundan itibaren bahşedilen ve zahmetsizce elde ettiği bu paye ile mesafeli ve baskıcı, soğuk, otoriter tutumuyla körleşen gözleri, hikayenin sonunda “kız kardeş” Seniha gerçeğini hiç istemese de görmek zorunda kalmaktadır.

Filmlerinde, ışık kullanımlarındaki yeteneği ve yaratıcılığı ile yönetmen Zeki Demirkubuz, Kıskanmak filminde de aynı yeteneğini gözler önüne sermektedir. Karanlık sahneler, gizemli gölgelerle, yalnızlık, taşra yaşamındaki yabancılaşma, dönemin insanlarının karamsarlığı ve yalnızlığını, ışığın ve karanlığın mükemmel tasarımıyla imzasını atarak izleyicisine aktarmaktadır. Yarı aralık kapıların ardında kimlerin olduğu gizemi, 30’lu yılların Türkiye’sini, ülkenin az gelişmişliğini yansıtan, dönemi anlatan sahneler, boyunları zincire vurulmuş halde mahkemelerde yürütülen mahkumlar, büyükbaş hayvanların kentin sokaklarında insanlarla bir arada geçmeleri, kadınların geceleri sokağa çıkamaması, bir bütünlük içinde dönemin tablosunu,ülkenin ve paralelinde de toplum bireylerinin karanlıktaki yalnızlığını ve ümitsizliğini yönetmen gözler önüne sermektedir.

Auteur yönetmenlere özgü bir özellik olan, film boyunca sürekli tekrar eden sahnelerin kullanımıyla, yönetmen, bu filminde de, tekrar eden örgü sahneleri, tüm karakterlerin sürekli ellerini ısıtma sahneleri, yine sürekli gösterilen yanan ateş ve ocaklar, o dönemin yaşam alışkanlıklarını bize hatırlatsa da, bunun yanı sıra, içleri bir türlü ısınamayan, huzuru ve sıcaklığı bulamayan toplumun ve bireylerinin mutsuzluğunu ve giderilemeyen yalnızlıklarını sembolik olarak da yansıtmaktadır. Soğuk ve karanlık gölgeler arasında yitip giden iç dünyaları, hayatları ve travmalarıyla, insanların yaşadıkları bu taşra kentindeki yabancılaşma ve yalnızlığa mahkumiyetleri gözler önüne serilmektedir.

Kostüm Tarihi 1930’lar

30’lu yıllara ait dönem kostüm,makyaj ve imaj açısından bakıldığında, en başta olmak üzere, filmin başındaki balo sahnesine teşrif eden çapkın, genç ve zengin Nusret karakterinin filmdeki saç modelinin şaşkınlık yarattığı, 30’lu yıllarda, üstelik bu tür balolarda bu model kesim saçların erkekler için mümkün olamayacağı görülmektedir. O yıllardaki erkek saç modeli özellikle balo ve davetlerde, özenle kısa kesilmiş ve yine özenle tamamen arkaya doğru briyantinle yapıştırılarak taranmış olarak kullanılmaktaydı. Nusret karakterinin bu filmde kullanılan saç modeli, 2000’li yıllara ait ergen saç modeli olarak görülmektedir. Nusret’i bütün kadınların aşık olduğu cazibeli erkek olarak gösterebilmek adına ve Mükerrem’le olan sevişme sahnelerinde kullanılmak amacıyla da özellikle yapılan bu yanlışlık Nusret’in naif (2000’ler) teenage imajıyla  inandırıcılığını azaltmaktadır.

Kadın kostümlerinde, özellikle Mükerrem’in kostümlerinde olmak üzere, Mükerrem’in fiziksel özelliklerini ortaya çıkarmak adına giydirilen, bele oturan, bedeni tüm hatlarıyla saran kadın giysi kesimleri, 40’lı yılların ortalarından itibaren moda olarak uygulanmaya ve görülmeye başlamaktadır. 1930’lu yıllarda ise tam tersi, basene daha düz inen, bele oturmayan, bedenin içinde rahat hareket edebileceği hafif bol kesimler hakim görülmektedir. Kesim ve hatların yanı sıra, püsküller, işlemeler, boncuklar ve dökümlü kumaşlar yanında kürk yakalar ve kürk şeritlerle süslenmiş kollar tercih edilerek 30’lu yılların balo kadınlarını zamanına uygun, doğru bir tarzda göstermek mümkün olabilmektedir. Seniha’nın son sahnede taktığı ve filmin afişinde de görülen şapkası ise 20’li ve 30’lu yıllara (bu iki on yıl birbirine çok yakın tarzlar olarak görülmektedir) uygun, doğru bir seçim olarak filmde izleyicisine sunulmaktadır.

Kostüm, aksesuar, saç ve makyajların doğru kullanımı ve inandırıcılığının, özellikle filmin başlangıcındaki, balo sahnesinde özenle, dikkatli araştırılarak, gösterişli bir biçimde canlandırılması bakımından önemli olduğu gözardı edilmemelidir.

1930’lu yılların, kömür yatakları zenginliği ile bilinen Zonguldak, Cumhuriyet’in ilanından sonra kültür, sanat, Batılılaşma ve medeniyete dönük yüzüyle, maden ocakları ile yaratılmaya çalışılan yeni iş sahalarıyla kalkınma adına, o dönemde, Pilot Şehir olarak seçilmiş olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla kentin ileri gelenleri ile İstanbul’dan taşraya gelen varlıklı ailelerin boy göstereceği zengin balo imajının, gösterişli kostümleriyle görsel bir şölene dönüştürülmesi ve bu sayede de, soğuk, karanlık ve çaresizlik içindeki yıkımlarında derin bir kontrastla vurgulanması ve etkisinin daha çarpıcı olması  mümkün görünmektedir.

Paolo Sorrentino’nun Muhteşem Güzellik filmini hatırlarsak, filmdeki asıl mesajı olan “muhteşem çirkinliki”, daha da güçlü vurgulayabilmek için Sorrentino’nun filminin nasıl “muhteşem” bir başlangıç yaptığını görmek mümkündür. Güzellik ve Çirkinlik (filmdeki anlatımıyla, insanların içsel ve zihinsel anlamdaki çirkinliği) olmak üzere iki kavramı birbirinden iyice ayrıştırabilmek için, kostümleriyle, makyaj, aksesuar, saç ve imajlarıyla filmin nasılda dinamik, muhteşem bir partiyle başladığını görmemek ve bıraktığı güçlü etkiye kayıtsız kalmak mümkün değildir. Çarpıcı ve görkemli bir yükseliş ve film izlendikçe ardından gelen şiddetli ve derin düşüş başarıyla ayrıştırılarak gözler önüne serilmektedir.

“Kıskanmak” filminde de, yetenekli yönetmen Zeki Demirkubuz’un da görkem ve zafer madalyonunun arka yüzündeki esaret ve yıkımı, dönemin az gelişmişliği ve karanlığını, insanların yalnızlığını izleyicisiyle paylaşmak istediği görülebilmektedir.

Bunun yanı sıra, filmde,oyunculuklarda ve inandırıcılıkta, hiçbir oyuncunun diğerinden daha ön plana geçmediği gözlemlenebilmektedir. Sevişme sahnelerinde sarfedilen hareketli çabaların haricinde, oyunculukların durağan, çoğunlukla hareketsiz, heykelimsi siluetlerin fazla kımıldamadan, senaryo okur gibi sadece konuşmaları yapmak suretiyle sergilendiği görülmektedir.

Kıskanmak filmi, aile içi ilişkilerde, tam anlamıyla izleyicinin özdeşleşmesi olarak değerlendirilmese de, yine de izleyicisini aile ilişkilerinde gerçekçi olmaya yönlendirmekte, hatta biraz da zorlamakta denebilir ki bu toplumlar açısından yapılması gereken bir sorgulama olarak düşünmeye sevk etmesi açısından önem kazanmaktadır.

Yönetmen Zeki Demirkubuz’un Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı romanından uyarladığı Kıskanmak hikayesini, filmini çekerken nasıl yorumladığını, dönemin olaylarını, taşra yaşamını ve karakterler üzerindeki yoğun psikolojik analizlerini tüm derinliği ile görmenin mümkün olduğu film, dönemin toplumsal ve bireysel konulardaki gerçeklerine de  ışık tutmaktadır.

Çiğdem Karavit

cigdemkaravit@hotmail.com

Önceki makale2014’ün Alternatif Avrupa Filmleri
Sonraki makaleHeaven Knows What
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here