Ana sayfa 2010'lar 2010 Route Irish

Route Irish

342
0

İngiliz işçi hareketi, 1972 yılındaki madencilerin başlattığı grevle kendi zirvesini yapar. Yaklaşık bir buçuk milyon kişinin katıldığı grev, işçi sınıfının sesini duyurmak ve yasal mevzuatlara başkaldırmak açısından büyük önem taşımaktadır. Ama bu grevi izleyen yıllarda NUM (Ulusal Maden İşçileri) ve İşçi Partisi’nin politikaları hareketin önünü keser. İşçilere yön vermesi gereken sendika ve partiler işçileri köşeye sıkıştırır. Bu grev sayesinde yeniden iktidara gelen İşçi Partisi’nin, işçi sınıfını sisteme entegre etme çabaları ve sendikalarla işverenler arasında yapılan anlaşmalar durumu işçi sınıfı açısından daha da vahim bir hâle getirir. İşçi Partisi, uyguladığı politikalarla kendi tabanına ihanet ettiği gibi iktidarını da sonraki dönemde neoliberalizmin ülkeye yerleşmesinde öncü rol oynayan Margaret Thatcher hükümetine bırakmak zorunda kalır.

İşçi Partisi’ni iktidara getiren maden işçilerinin mücadelesi, sonraki dönemlerde de uygulanan politikaların tutup tutmadığını gözlemlemek için bir uygulama alanı haline gelir. Thatcher da işçi sınıfının simgesi olan maden işçilerinin 1984-85 yılları arasında başlattığı büyük grevi bu yüzden zor kullanarak bastırmaktan geri durmaz. O yıllarda maden işçilerinin yanında yer aldığı için sansürlerden kafasını kaldıramayan, televizyonda program dahi yapmakta zorlanan Ken Loach, hiç kimsenin cesaret edemediği bir şeyi dener. Ülkedeki bütün gazeteci ve televizyoncular Thatcher hükümetiyle koordineli bir şekilde çalışan ve işçiler üzerinde terör estiren polislerin arkasına ilişerek, “ilişik gazeteciliğe” uygun şekilde tek taraflı haberler yapmaktadır. Ama Loach ilk defa maden işçilerinin tarafına geçer ve onların yaşananlara bakışını ekrana getirir. Hangi Taraftasınız? (Which Side Are You On?, 1984) programı greve işçilerin gözünden bakarak olayları işçilerin yorumladığı şekilde seyircilere yansıtmayı amaçlar. Hükümetin politikalarını ve polisin orantısız şiddetini olduğu gibi resmetmektedir. Loach’un kendisi de işçi sınıfının yanında durarak, izleyenlere hangi tarafta olduğunu provokatif bir şekilde sorar ve onlardan bir taraf olmasını ister.

Yönetmenin Tehlikeli Yol (Route Irish, 2010) filmde de iş öyle bir yere varıyor ki; seçim yapmak kaçınılmaz hâle geliyor: Filmde, Irak’ta paralı asker olarak görev yapan bir grup İngiliz, yaşanan hengâmenin tam ortasında sivilleri öldürmek ile ölmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalır. İşte tam da bu noktada, Ken Loach’un Hangi Taraftasınız? programında “taraf olma” durumunun ya da sonraki yıllarda çektiği ve tavizsiz bir şekilde mağdurun yanında olan tavrının aradan geçen yıllarda değişip değişmediğini sorgulama ihtiyacı hissederiz. Zira, Tehlikeli Yol’da Irak Savaşı’nda sivilleri kadın ve çocuk demeden nedensiz yere sırf “yanlış yerde ve yanlış zamanda” oldukları için öldüren İngiliz askerleri başkarakter Fergus’un ağzından aklanır. Irak’ta yaşadıklarını çatışmada ölen çocukluk arkadaşı Frankie’nin eşine anlatırken Fergus; savaşın ortasında karar vermenin zorluğundan, ölmekle öldürmek arasındaki ince çizgiden, terörist ve sivil ayrımı yapmanın imkânsızlığından dem vurur. Ama savaşın nedenlerinden hiç bahsetmez. Irak’ta neden bir savaş olduğu kimsenin umurunda değildir. Savaşın Irak’ı Ortaçağ’a geri döndürdüğünden, Amerika’nın Irak’ın petrol kuyularını işlettiğinden, çok uluslu şirketlerin Irak’ı kendi aralarında paylaştığından, bulunamayan kitle imha silâhlarından laf açılmaz. İngiltere’nin Irak Savaşı’ndaki rolünden bahsedilmez. Bize bir askerin psikolojisi üzerinden savaşta karar vermenin ne kadar zor bir şey olduğu anlatılır ve savaşta verilen zayiatları değerlendirirken bunu da göz önünde tutmamız, o psikolojiyi bilmeden yorum yapmamamız istenir. Frankie’nin her şeyden habersiz eşi gibi bizim de Fergus’un manipülatif bilgilendirmesiyle savaşı ve asker psikolojisini anlamamız gerekmektedir.

İyi/kötü polis klişesine yaslanarak Irak’taki savaşı anlatmaya çalışan ve aralarda haberlere konu olan sivillerin öldürülmesiyle ilgili arşiv görüntülerini ekrana taşıyan Ken Loach, bu klişenin tarafları konusunda da yeterince dürüst ve adil davranmaz. Savaştaki kötü adamın Amerika olduğunu, İngiliz askerlerinin sadece paralı asker olarak orada önemli insanların taşınmasında rol oynadığını vurgular. Sivilleri öldürenlerin, insanları terörist diye yaftalayarak kaçırıp cezaevlerinde işkence yapanların ve ülkeyi kan gölüne çevirenlerin aslında Amerikalılar olduğu söylenir. Fergus bize Irak Savaşı’yla ilgili bütün bunları anlatırken, düşünmeden edemeyiz: İlk günden beri Amerika’yla ortak hareket ederek Irak harekatında yardımcı güç olan İngiltere’nin savaş çığırtkanlığı ve gözü kapalı Amerika yanlısı politikaları neden hiçbir şekilde böylesi bir filmde yer almaz?

Irak Savaşı sırasında ve sonrasında İngiltere’de bu konuyla ilgili pek çok soruşturma açılır, rapor hazırlanır. İngiltere Savunma Bakanlığı’nın Irak konusundaki danışmanı doktor David Kelly’nin intiharından sonra açılan Hutton Soruşturması, doğrudan kitle imha silâhları istihbaratının incelendiği Butler Raporu ve Sir John Chilcot başkanlığında 2001-2009 yılları arasındaki olayları inceleyen Chilcot Soruşturması bunların en bilinenleridir. Özellikle Chilcot Soruşturması hem en yakın tarihli olması hasebiyle hem de şimdiye kadarki soruşturmalar içinde en kapsamlı soruşturma olması dolayısıyla dikkat çeker. Soruşturmanın başlıca amacı İngiltere’nin Irak Savaşı’nda yaşananlardan “ne gibi dersler çıkarıldığına, gerekli derslerin alınıp alınmadığına” bakmaktır. Tony Blair yakın geçmişte çıkan kitabı Bir Yolculuk’ta Irak Savaşı’na girmekten dolayı pişman olmadığını belirtir ve Saddam Hüseyin’in işbaşında tutulması, iktidardan uzaklaştırılmasından daha büyük tehlikeler içerirdi.”[1] diyerek İngiltere’nin savaştaki konumunun doğru olduğunu savunur. Blair’in kitabı gibi Ken Loach’un filmi de aslında bir yanıyla bu soruşturmalardan çıkan ve çıkacak olası sonuçların da ipuçlarını bize verir. Her şeyden önce bir ders çıkarılması için olan biteni iyi değerlendirmek, İngiltere’nin bu savaştaki rolünü doğru bir şekilde analiz etmek gerekir. Bu işin sorumlularına, verdikleri kararları bir “gereklilik” olarak görmeye itecek kadar cesaret verecek şey ise, kuşkusuz İngiltere’nin değişen dengelerinde gizlidir. George Monbiot The Guardian’da yayımlanan yazısında, İngiltere’deki değişen dengeleri şu şekilde yorumlar: “Britanya’da Margaret Thatcher’la başlayan, Tony Blair ve Gordon Brown’la devam eden sağa kayış (bu isimlerin başında bulunduğu hükümetler rekabetin  ve mali başarının faziletlerini vurguladı) değerlerimizi değiştirdi. Bu dönemde zenginliği ve fırsatları adil dağıtan politikalara kamuoyu desteği ciddi oranda azaldı.”[2] Thatcher’le işçi sınıfının üzerine indirilen demir yumrukla birlikte İngiltere’de yaşanan değişim, bugün İşçi Partisi liderlerinin giriştikleri savaşları savunmasına ve hiçbir şeyden pişmanlık duymamasına kadar ilerler.

Ken Loach’un karakterleri de hâlâ vicdan sahibi olduğunu göstererek, son kertede belki ölümü seçerler ve yaptıklarının bedelini bu şekilde öderler. Ama onların bu seçimi, genel resmi görmemizi sağlamadığı gibi bunu da engeller. Vicdan sahibi eski askerlerin ölümü sürükleyici bir entrika çerçevesinde ekrana getirilirken; İngilizler bütün suçu Amerika’ya yükler ve savaşın nedenlerini ve sonuçlarını tartışmak yerine, işi “kim daha az kim daha çok suçlu”ya dönüştürür. 84 Grevi’nde insanları taraf tutmaya zorlayarak, hangi taraftasınız diye soran Ken Loach, Tehlikeli Yol’da tarafını açıkça belli etmekten uzak durur. Tıpkı Blair hükümetinin yaptığı gibi savaş şartlarında yaşamanın ve karar vermenin zorluklarını bizimle paylaşır ama savaşın nedenlerini sorgulamaz. İngiltere’nin değişimiyle koşut bir şekilde yaşanan gelişmelerin kökenine inilmediği için savaşla ilgili açılan soruşturmaların anlamsız kalması gibi Tehlikeli Yol da sorgulayıcı ve eleştirel bir bakıştan yoksun kaldığı için bir seyirliğin ötesinde bir anlam ifade etmekten mahrum kalır.

Barış Saydam

Bar_saydam@hotmail.com

Twitter

 

Kaynakça:

[1] http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2010/09/100901_blair_book_2.shtml, 1 Eylül 2010

[2] http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1023621, 14 Ekim 2010

Önceki makaleSystem Crasher
Sonraki makaleThe Endless Trench
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here