Ana sayfa 2000'ler 2007 Paradise – Three Journeys in this World

Paradise – Three Journeys in this World

1101
0

Finlandiyalı Elina Hirvonen tarafından çekilen ve üç yolculuk hikâyesinden oluşan belgesel, özünde insanoğlunun mutluluk arayışını resmediyor. Mali’den kalkıp İspanya’ya giden bir gencin burada yaşadıklarını, Afrika ile Avrupa arasındaki farklılıkları, Avrupa’da göçmen olmanın zorluklarını ve güvenlik güçlerinin göçmenlere olan tavırlarını olabildiğince nesnel bir bakış açısıyla veriyor. Çok bütünlüklü ve derin bir belgesel olmasa da konu edindiği insanların yaşamlarına yalın bir şekilde yaklaşarak, onların hikâyelerini ekrana onların anlattığı şekilde yansıtıyor. Onların anlattıklarının üstüne bir şey eklemeye, bir yorum getirmeye ve bir çıkarım yaparak eleştirel bir tavır takınmaya çalışmıyor.

“Avrupa’ya gidince her şeyin iyi olacağını düşünmüştüm. Avrupa’ya vardığımda ağladım. İspanya’ya geldiğimde ağladım.”

Belgeselde önce Mali’den İspanya’ya göçmen olarak giden gencin yolcuğuna ortak oluyoruz. Ülkesi Mali’de herhangi bir geleceği olmadığı için Avrupa’ya giden gencin burada da umduğunu bulamadığını görüyoruz. İspanya’nın küçük bir yerleşim yerinde domates toplayarak para kazanmaya çalışan bu genç bu sefer de kalacak bir yer bulamıyor ve çalışmak dışında herhangi bir şey yapma fırsatı olmuyor. Daha iyi bir gelecek hayaliyle gittiği Avrupa onun beklediği gibi cennetten bir parça olmasa da hiç değilse burada karnını doyurabildiği ve bir iş bulabildiği için kendini şanslı sayıyor. Onun azla yetinmek zorunda oluşu ve bu duruma alışmış gözükmesi aslında Afrika’daki insanların yaşadığı sefaletin de boyutlarını gösteriyor. “Ülkemde olsaydım yiyecek yemeğim bile olmazdı” diyen genç, Afrikalıların neden Avrupa’ya göç ettiğini de basit ve çarpıcı bir şekilde açıklamış oluyor. Kendi kaynaklarını kullanamayan, sürekli iç savaşlarla bir türlü istikrarı sağlayamayan, insanlığın beşiği olan Afrika kendi insanlarının ihtiyaçlarını karşılamada artık yetersiz kalıyor. İş ve aş olmadığı için erkeklerin çoğu Avrupa ve Amerika’ya göç etme yolunu seçiyor. Ancak memleketlerinden çok uzaklarda kötü koşullarda çalışarak ailelerine ve sevdiklerine para yollayıp onların geçinmesine katkıda bulunabiliyorlar. Oysa hepsinin tek istediği şey aileleriyle ve sevdikleriyle birlikte mutlu bir hayat sürmek…

Belgeselin ikinci hikâyesinde göçmenlerin başka bir ülkeye nasıl girdiği, bu yolculukta başlarına nelerin geldiği ve bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olabileceği anlatılıyor. Afrika’dan Avrupa’ya geçişin en sık olduğu yer Fas. Afrikalıların çoğu Fas üzerinden İspanya’ya geçmeye çalışıyor. Bu yüzden, Avrupa Birliği her sene Fas’a kaçak göçmenleri engellemesi için ciddi ekonomik destek veriyor. 40 milyon avroya yakın bir destek alan Fas ise kaçak göçmenleri engellemek için çok sert önlemler alıyor. İzinsiz bir şekilde sınırı geçmeye çalışanlara ateş açan güvenlik güçleri, sınırı geçen göçmenleri de toplayarak çölün ortasında bir başlarına bırakıyor. Çölden kurtulmak için çok uzun ve zorlu bir yolu yürümek zorunda kalan göçmenlerin çoğu ise hayatta kalamıyor. Bu yolculuğu yapmış insanlardan birinin anlattıkları üzerinden ilerleyen ikinci bölüm, göçmenlerin sınırı geçmek için neler yapabileceklerini ve neleri göz önüne aldıklarını da çarpıcı ve trajik bir şekilde özetliyor. Yaşadıkları hayattan memnun olmayan bu insanların çoğu ölümü göze alarak Avrupa’ya gitmeye çalışıyor çünkü yaşarken bulamadıkları mutluluğu ve hayalini kurdukları huzurlu cenneti öldükleri zaman bulacaklarına inanıyorlar. Bu, onlar için bir tür kendi kaderlerine karşı bir meydan okuma girişimi. Ucunda ölüm dahi olsa bu mücadeleden vazgeçmiyorlar.

Son hikâyede, ilk hikâyedeki gencin Mali’de kalan ailesinin gözünden bütün hikâyeye ortak oluyoruz. Bir anlamda bütün bu yaşananları bir de Afrika’da kalan insanların gözünden değerlendirme olanağına kavuşuyoruz. Bu bakış açısı ilk iki hikâyeyi daha sağlam bir şekilde sindirmek ve değerlendirmek için de oldukça önemli. Gidenlerin ve kalanların yaşamlarını karşılaştırma ve Avrupa’nın ve Afrika’nın sorunlarını daha geniş bir açıdan düşünmek için gerekli aynı zamanda. Gitmek, belgeselin başında bir “macera” olarak tanımlansa da son bölümle birlikte aslında gitmenin bir gereklilik olduğu da bütün çıplaklılığıyla açık ediliyor. Geniş bir aileye bakabilmek için yeterli kaynağın olmadığı bir coğrafyada, bu kaynağın bir şekilde dışarıdan da olsa yaratılma zorunluluğu doğuyor. İşte bu aşamada yalnız başlarına kendi kaderlerine terk edilmiş göçmenlerin hikâyeleri de amaçsız maceralar olmaktan çıkıyor. Mutlu bir şekilde yaşayabilecekleri huzurlu bir yer bulma idealinin arka planını tüm çıplaklığıyla gösteren “Paradise – Three Journeys in this World” göçmenlerin tekil hikâyelerinden yola çıkarak bütün Afrikalı göçmenlerin hayal kırıklıklarıyla dolu yolculuklarını da bizlere anlatıyor. Bir Afrikalının gözünden mutluluk nedir, cennet nerededir, yaşamak nasıl bir şeydir gibi cevaplaması zor olan soruların da izdüşümlerini buruk bir tat bırakarak bizlere gösteriyor.

Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com

Önceki makaleTwentynine Palms
Sonraki makaleMartyrs
1983, İstanbul doğumlu. Lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü'nde yaptı. Altyazı dergisinde sinema eleştirileri yazmaya başladı. 2008’de Avrupa Sineması isimli web sitesini kurdu. 2011-2014 yılları arasında Hayal Perdesi dergisinde web sitesi editörlüğü yaptı ve derginin yayın kurulunda görev aldı. TÜRVAK bünyesinde çıkartılan Cine Belge isimli derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 2012’den beri Sinematek Derneği’nde Film Analizi dersi veriyor. 2013-2019 yılları arasında Türk Sineması Araştırmaları (TSA) projesinde koordinatör yardımcılığı ve içerik editörü olarak görev yaptı. 2018-2020 yılları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi'nde ders verdi. 2018-2021 yılları arasında Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) genel sekreterliğini üstlendi. Ayrıca Giovanni Scognamillo’nun Gözüyle Yeşilçam(2011), Sinemada Tarih Yazımı (2015), Erol Ağakay: Yeşilçam’a Adanmış Bir Hayat (2015), Oyuncu, Yönetmen, Senarist, Yapımcı Yılmaz Güney (2015)- Burçak Evren'le ortak-, Karanlıkta Işığı Yakalamak: Ahmet Uluçay Derlemesi (2016), Aytekin Çakmakçı: Güneşe Lamba Yakan Adam (2019), Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu (1895-1923) [2020], Derviş Zaim Sinemasına Tersten Bakmak (2021) – Tuba Deniz’le ortak-, Orta Doğu Sinemaları (2021) – Mehmet Öztürk’le ortak-, Türkiye’de Sanat Sineması (2022) isimli kitapları da bulunuyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here