Ana sayfa Caesar Must Die Taviani Kardeşler Röportajı

Taviani Kardeşler Röportajı

1834
0

Vittorio ve Paolo Taviani kardeşlerin Berlin Film Festivalinde Altın Ayı Ödülü kazanan filmleri Sezar Ölmeli, gerçek bir hapishanede yüksek güvenlikli bölgede cezalarını çekmekte olan mahkumların Shakespeare’in Julius Caesar oyununu sahnelemelerini konu alıyor.

İtalyan Sinema Akademisi tarafından verilen David di Donatello Ödülleri’nde beş dalda birden ödüle değer görülen film, ayrıca 31. İstanbul Film Festivali’nde kapanış filmi olarak seçilmiş ve Türkiyeli seyircilerle buluşmuştu.

Bu projenin hikâyesini bize anlatır mısınız?

Aynen önceki filmlerimizden Padre Padrone’de (Babam ve Ustam) olduğu gibi, her şey Sardinya doğumlu çoban ve dilbilimci Gavina Ledda ile karşılaşmamızın ardından tesadüfen gelişti. Bu defa – yakın bir arkadaşımızla yaptığımız telefon konuşmasına şükürler olsun- sadece Amerikan filmlerinden bildiğimiz bir dünyayla iletişim kurduk. Roma’nın kenar mahallelerinden birinde yer alan eski bir Roma hapishanesi olan Rebibbia bile, daha önce perdede gördüğümüz hapishanelerden oldukça farklıydı. Ancak oraya ilk ziyaretimizde, demir parmaklıkların ardındaki kasvetli atmosfer bile enerjik ve coşkulu bir kültürel ve şiirsel atmosferin ortaya çıkmasını engellemiyordu: Mahkumlar Dante’nin Inferno’sundan bazı bölümleri oynuyorlardı.

Daha sonra, oyuncuların mafya, Camorra (Napoli mafyası) ve ndrangheta (Calabria mafyası) gibi çeşitli suçlardan yüksek güvenlikli bölümde, çoğunlukla da müebbet hapis cezasını çekmekte olan hükümlüler olduğunu öğrendik. Oyun onların içgüdüsel oyunculukları ve gerçeği ifade etmeye yönelik dramatik ısrarları ve “stajyer” yönetmen Fabio Cavalli ile düzenli ve sürekli çalışmaları sonucunda ortaya çıkmıştı.

Rebibbia’dan ayrıldığımızda onlar ve onların durumları hakkında daha çok şey öğrenmek istediğimiz için tekrar oraya gittik ve William Shakespeare’in Julius Caesar’ının sinema uyarlamasında çalışmak isteyip istemediklerini sorduk.

Fabio ve hükümlülerin yanıtı dolaysız ve net olmuştu: “Hemen başlayalım!”

Filmde gördüğümüz oyuncuların tamamı mahkumlar mı? Seçmelerde aynen filmde gördüğümüz şekilde mi roller dağıtılmıştı?

Filmde gördüğünüz oyuncuların tamamı yüksek güvenlikli bölge mahkumları. Daha açık olmak gerekirse, Brutus’u oynayan Salvatore “Zaza” Striano Rebibbia’da cezasını tamamladı. 14 yıl 8 ay olan cezasının 6 yıl 10 ayını tamamladıktan sonra çıkan genel afla serbest bırakıldı. Aynısı Stratone için de geçerli. Tek “yabancı” oyuncu hapishanenin oyunculuk hocalarından Maurilio Giaffreda idi.

Seçmeler için de bir süredir sade ama son derece etkili olan bir yöntem uyguluyoruz: Adaylardan gümrük memurları tarafından sorguya çekiliyor gibi kendilerini tanıtmalarını, daha sonra sevdikleri birisine veda etmelerini ve onlardan öncelikle hissettikleri acıyı ve daha sonra da öfkeyi göstermelerini istiyoruz.

Bu filmde Fabio Cavalli bize daha önce seçtiği bazı mahkumların fotoğraflarını gösterdi ve tüm bu oyuncuların daha fazla çalışma yapmadan filmde rol alması gibi bir anlamda ön oyuncu seçimi yaptık. Diğer oyunculara ise mahremiyet nedeniyle ve kendileri isterlerse takma isimlerle karşımıza çıkabileceklerini söyledik; tamamının kendi isimleri, ailelerinin isimleri ve doğum yerlerini doğru söyleme konusundaki ısrarları bizi son derece etkiledi. Bir süre sonra filmin, dışarıdaki yakınlarına kendi hapishane hayatlarının sessizliğinde yaşamayı başardıklarını hatırlattığı gibi bir sonuca ulaştık.

Her bir mahkumun tek tek kameranın önüne geçmesinin ardından onların gerçekten acılı, öfkeli ve olağanüstü doğalarının farkına vardık.

Filmin yapımı sırasında senaryoyu mu takip ettiniz yoksa bir belgesel çekiyor gibi doğaçlamaya mı başvurdunuz?

Senaryoyu takip ettik. Tüm filmlerimizde yaptığımız gibi senaryoyu yazmıştık ve daha sonra her zaman olduğu gibi sette kamera çalışmaya başlayıp oyuncular işin içine girince senaryo biraz farklı hâle geldi. Ayrıca lokasyon, ışık ve karanlığa minnettarız. Her zaman bizim için bir baba ve bir kardeş, daha sonra da biz yaşlandıkça oğlumuz olan Shakespeare’e hak ettiği saygıyı göstererek onun Julius Caesar’ını aldık, parçalara ayırdık ve tekrar inşa ettik. Kesinlikle orijinal tragedyadaki ruhu koruduk ve aynı zamanda metni sadeleştirerek geleneksel sahne temposundan biraz uzaklaştırdık. Film adını verdiğimiz, tüm sanatların “dejenere” evladı olan, o görsel ve işitsel organizmayı oluşturmaya çalıştık. Shakespeare’in kesinlikle seveceği dejenere evlat! Fabio Cavalli tüm repliklerin mahkum-oyuncuların diyalektine/argosuna uygun olacak şekilde çevrilmesinde son derece yardımcı oldu. Oyuncular da bizim amaçladığımız şeyleri anladılar ve farklı düzeylerde hislerle filme dâhil olarak büyüleyici bir performans sergilediler. Beklenmeyecek derecede iyi performansları ve gerçekleri ifade etme biçimleri ile gelişen senaryo için onlara minnettarız. Daha açıklayıcı olmak için şu örnek verilebilir: Kahin Neapolitan “Pazzariello”nun avucunu açıp burnuna götürerek kalabalığa sessiz olmasını işaret ettiği jest senaryoda yoktu. Ancak o bize Shakespeare’in çok sayıdaki çılgın karakterlerinden biri olan ve kendi trajedisinden kaçan Jorik’i hatırlattı. Bu, hepimiz tarafından o dehaya bir saygı ifadesiydi.

Neden Shakespeare’in Julius Sezar’ını seçtiniz?
Kafamızda bundan başka bir şey yoktu. Seçimimiz bir zorunluluktan doğdu: Birlikte çalışmak istediğimiz insanlar uzak ya da yakın geçmişleriyle hesaplarını kapatmaya çalışan; geçmişleri suç, hata, saldırı ve bozulmuş ilişkilerle tanımlanabilecek kişilerdi. Bundan dolayı, aynı düzeyde güçlü olan ve tam tersi yönde gelişen bir hikâyeyle onları yüzleştirmemiz gerekiyordu. Shakespeare’in Julius Sezar’ının İtalyan sinematik versiyonuyla insanlar arasındaki arkadaşlık, ihanet, güç, özgürlük, şüphe ve elbette cinayet gibi olgularla önemli ve acınacak haldeki ilişkileri perdeye yansıttık. Mahkum-oyuncularımızın birkaçı aynen Antonio’nun suçlamasında olduğu gibi onurlu insanlardı. Sezar’ın öldürülmesini çektiğimiz sahnede hançerli oyuncularımızdan içlerindeki katili ortaya çıkarmalarını istedik. Bunu söyledikten bir saniye sonra sözlerimizi geri alabilmiş olmayı diledik. Ancak buna gerek kalmadı çünkü onlar gerçekle yüzleşmek zorunda kalmış olan kişilerdi.

Sonuç olarak, son derece uzun gün ve gecelerini takip etmeye karar verdik. Çalışmalarımızı beş kişilik küçük hücrelerde, koridorlarda, açık havayı gördükleri ya da akrabalarıyla görüşmeyi bekledikleri yegâne yer olan avluda yapmak istedik.

Neden mahkumların farklı diyalektlerle konuşmasına karar verdiğinizi açıklar mısınız?

Çekimlere başlamadan sık sık Rebibbia’ya gidiyorduk. Bu ziyaretlerde farklı koğuşların önünden geçiyorduk ve yarı kapalı kapıların ardında yataklarında sessizce uzanmakta olan genç ve yaşlı mahkumları görüyorduk. Bir defasında onların bize söylediği gibi: onlara ‘tavana bakanlar’ diyebiliriz çünkü günlerimizin yarısını yatağa uzanıp tavana bakmakla geçiriyoruz… Bu kelimeleri duyduktan sonra ve biz özgürce koridorlarda dolaşırken sık sık bir suçluluk hissine kapılıyorduk. Ancak bir sabah, büyük bir hücrede bizi şaşkınlık ve karmaşadan dolayı güldüren bir şey oldu: altı veya yedi mahkum bir masanın etrafına oturmuş masada duran metni okuyorlardı. Okudukları bizim senaryomuzdu ve bu adamlar repliklerini filmde rol almayan hemşerilerinin de yardımıyla Napoli, Sicilya ve Apulia gibi kendi aksanlarına çeviriyorlardı. Tüm bunlar, her zaman olduğu gibi, Fabio ve Cosimo Rega – Cassius tarafından yönlendiriliyordu. Bu anekdot da, filmin anlamını açıklamaya yardımcı olacaktır.

Daha önce, deneme çekimlerini izlerken, Prosperus ve Ariel’in Napoli diyalektinde dalaşmalarını veya Romeo ve Polonius’un Sicilya veya Apulia diyalektinde fısıldamasını, bağırmasını ve küfür etmesini duymak bizi şaşırtıcı bir biçimde son derece mutlu etti. Diyalekte dayalı yanlış telaffuzları tragedyanın tonunu alçaltmanın aksine o repliklere yeni bir gerçeklik kattı ve biz o replikleri daha derin bir biçimde kavrayacak şekilde dinledik. Mahkum oyuncular ve karakterleri ortak bir dil kullanarak derin bağ kurdular ve dramın çözülmesi ile Shakespeare’de her zaman varolan o sevilen yönünü daha kolay takip edebildiler. Diyalektleri kullanmaya karar veren biz değildik, oyuncularımız senaryoyu alıp kendi doğalarına uyumlu hâle getirdiler.

Filmin tamamı hapishanede mi çekildi? Prodüksiyon ve sanatsal anlamda karşılaştığınız zorluklar var mıydı? Yöneticiler kamera kullanımınıza herhangi bir kısıtlama getirdi mi?

Tüm film Rebibbia’da çekildi. Sabah erken saatte gidip gece olana kadar yorgun ama mutlu ve tatmin olmuş bir şekilde oradan ayrıldığımız bir dört hafta sürdü. Bir gün birbirimize şöyle söyledik: “Bu filmi aynen ilk filmlerimizde olduğu gibi toy bir pervasızlıkla çekiyoruz”.

Kamera için de; koğuşlar, merdivenler, kabinler, avlu, hücreler ve kütüphane gibi yerlerde kullanmak üzere her yere taşıyabilme iznini aldık. Tek bir istisna vardı: mahkumların izole edildiği ulaşılamaz alanlar. Sadece biz değil, kimse onların yüzlerini göremiyordu. Derin bir sessizliğe dalmış o hücrelerin camlarını bir gardiyan bize dışarıdan gösterdi.

Sadece diğer mahkumlar avluya çıkmak veya duşlara gitmek için koridordan geçerken ve oyuncularımızdan bazıları akrabalarıyla görüşmeye gittikleri zamanlarda çekimlerimize ara verdik. Görüşmeden dönen oyuncularımız son derece etkilenmiş, duygulanmış, hüzünlü veya acı çekiyorlardı. Oyunculuğa geri dönüyorlardı ancak bakışları uzaklara dalıyor ve oyunculuklarındaki vahşi ve şefkatli doğallığı yitirmiş oluyorlardı.

Film setleri arkadaşlığın ve suç ortaklığının geliştiği yerlerdir ve bu film de istisna olmadı. Gardiyanlardan biri bize şöyle mırıldanmıştı: “Onlara çok fazla yaklaşmayın; benim onlarla mükemmel bir ilişkim var ama bazen arkadaşlığa rağmen merhamet ve şefkat duyuyorum. Daha sonra biraz mesafe koymaya ve acı çektiklerini, hatta onlardan daha çok suçlarının kurbanları ve onların ailelerinin çektikleri acıları düşünmeye başladım…”

Bu elbette doğru ancak film bittikten sonra hapishaneden ve oyuncularımızdan ayrılmak yürek parçalayıcı bir vedalaşma oldu. Cassius’u oynayan Cosimo Rega hücresine dönmek için merdivenleri tırmanırken kollarını kaldırıp bize: “Paolo, Vittorio: Yarından itibaren hiçbir şey aynı olmayacak!” diye bağırmıştı.

Neden filmin büyük bir bölümünü siyah beyaz çekmeye karar verdiniz?

Çünkü renkli, gerçekçi ve siyah beyaz gerçek dışıdır. Bu biraz buyurgan bir açıklama olabilir ama en azından bu film için böyleydi. Hapishanenin içindeyken televizyon havasına düşme riski taşıdığımızı hissediyorduk ve siyah beyaz kullanarak Rebibbia hapishanesindeki absürd sette, Sezar’ın tarihi Roma’daki öldürülüşünü değil, mahkumların zamanlarını açık havada geçirdiği küçük kübik mekânda daha yaratıcı olma özgürlüğüne sahip olmak için tercih ettik. Brutus hücresinde acı içinde ve tutkulu bir şekilde “Sezar ölmeli” derken siyah beyaz kullanarak daha özgür bir şekilde çekim yapabildik. Güçlü ve şiddetli siyah beyaz görüntüleri kullanmayı ve sonunda mahkumların sahnedeki başarılarının şiddetli keyfini renkli görüntülerle göstermeyi tercih ettik.

Siyah beyaz tercihinin bir nedeni de anlatımla ilgiliydi: Zamanın geçtiğinin altını çizmek istedik, geriye atlamaların kolay ve anlaşılır olan yolu siyah beyaz kullanmaktı. Bu yeni bir fikir değil, hepimiz bunun farkındayız ancak bazen sıklıkla kullanılan yöntemleri tercih ediyoruz.

Çeviren: Erdem Korkmaz

Önceki makaleGörünmeyenler
Sonraki makaleEmek Sineması Neden Önemli?
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here