Ana sayfa Serbest Avrupa Sineması Günlüğü -6-

Avrupa Sineması Günlüğü -6-

1001
0



Avrupa Sineması’nın günlüklerinden altıncısında, sinemanın ölümsüz yönetmenlerinden Andrei Tarkovski’yi analım dedik. Bu yüzden, günlüğün bu bölümünü sadece Tarkovski’ye adadık. Tarkovski’ye adanan bu bölümün dışında, bir hafta süresince çeşitli yazarların kalemlerinden Tarkovski ve filmleriyle ilgili de çeşitli yazıların bloğa ekleneceğini, bu haftayı Tarkovski’yle geçireceğimizin de müjdesini şimdiden vermiş olalım…

“Her çeşit günlük, arşiv ve ‘laboratuvar’ çalışmasından çok derinden etkileniyorum. Bunlar muhteşem bir katalizör örneği.” Andrei Tarkovski

Günlüğe, Tarkovski’nin kendi günlüğüne yazdığı kısa bir öyküyle başlayalım…

“Birisine mutlu olma fırsatı verilir fakat bunu kullanmaktan korkar, çünkü mutluluk onun düşüncesine göre imkansızdır. Ancak deliler mutlu olabilirler. Her nasıl şartlar bir gün kahramanımızı bu fırsatı kullanmaya ikna eder ve mucize bu ya, mutlu olur.

Ve delirir. Yalnızca deli olmakta kalmayıp normal insanların bilmediği ve giremeyeceği bir dünyayla da birtakım görünmez bağlar içinde yaşayan deliler safına katılır o da.”

Mühürlenmiş Zaman – Andrey Tarkovski
Afa Yayıncılık, 1986

Çeviri: Füsun Ant

“Bence sanatta güzellik, kusursuzluk ve ustalık, içinden düşünsel ya da estetik tek bir bölümün bile ancak bütüne zarar vermesi pahasına çıkartılabildiği ya da vurgulanabildiği yerde ortaya çıkar. Bir başyapıtta, bazı etmenleri diğerlerine yeğlemek mümkün değildir. Nihai amaçlarını ve görevlerini şekillendiren yaratıcısına, deyim yerindeyse “yol göstermek” mümkün değildir. Bu konuda örneğin Ovid, sanat göze çarpmaktadır, derken; Engels de “Yazarın görüşleri ne kadar iyi gizlenmişse sanat açısından o kadar iyidir,” demiştir.

Bir başyapıt ne fazla soğuk ne fazla sıcak, kendi içinde kapalı bir mekandır. Güzelliği parçaların ahenginden doğar. Tuhaf olan böyle bir eserin kusursuz olduğu oranda az çağrışımlara yol açmasıdır. Kusursuzluk, benzersizliktir. Ya da aynı anda binlerce çağrışım üretecek durumdadır, ki bu da son tahlilde aynı anlama gelir.”
S. 51

“Filmsel özgünlük sorunu bugüne dek kesin, genel geçer bir çözüme kavuşturulamamıştır. Bu konuda, birbiriyle çelişen ya da daha kötüsü çakışan ve bu yüzden seçmeci bir karmaşaya dönüşmüş bir sürü farklı görüş vardır. Her yönetmen sinemanın özgünlüğü sorununu kendine uygun gelen bir tarzda ele alabilir. Ama ne olursa olsun, bilinçli bir şekilde yapılmış her sanat eseri derinlemesine bir kavrayış gerektirir. Çünkü kendi sanatının yasalarını bilmeyen bir kimse asla yaratıcı olamaz.”
S. 65-66

“Filmsel sanat yapıtlarının amacı, filmlerinde gerçekliğin yalnızca bir yanılsaması, onun görüntüsü yaratılsa da bir deneyim bütününün sanatçı tarafından yeniden düzenlenmesidir.
Yönetmenin bireyselliği dünyayla olan ilişkisi içinde bu bireysellik başlı başına bir kısıtlamadır. Sanatçının seçimi algıladığı dünyanın öznelliğini derinleştirir.

Bir film görüntüsünün gerçekliği görünüşte gerçekliktir. Kullanma aşamasında yönetmen tarafından seçilen, yani yönetmenin konumunun bireyselliğini yansıtan özellikleri gözler önüne seren bir düşten, bir arzudan başka bir şey değildir. Kendi gerçeğine ulaşmaya çalışmak demek, özgün fikirlerini şekillendirmek için özgün bir dil aramak demektir. Ancak farklı yönetmenlerin yaptıkları filmlerin toplamından dertleriyle, sorunlarıyla çağdaş dünya hakkında nispeten gerçek, bütün eğilimleri kapsayan bir görüntü elde edilebilir. Son tahlilde çağdaş insana fena halde eksikliğini hissettiği evrensel deneyimi ileten bir görüntü. Ve özellikle işte bu noktada diğer bütün sanat dalları gibi sinema da son derece önemli bir işlevi yerine getirir.”
S. 94

“Seyircisini gerçekten sayan bir sanatçı, onun kendisinden aptal olmadığını bilir. Ancak başka bir insanla konuşabilmek için en azından, her iki taraf için de anlaşılır, ortak bir dile hakim olmak gerekir. Bir zamanlar Goethe, zekice bir cevap almanın şartı, zekice bir soru yöneltmekten geçer, demişti. Sanatçı ile seyirci arasında gerçek bir iletişimde ancak iki taraf da aynı kavrayış düzeyine sahipse gerçekleşir. En azından her iki tarafın da, sanatçının yapıtında hedeflediği amaçların aynı şekilde bilincinde olmaları gerekir.”
S. 182

“Seyircisinin hoşuna gitmek isteyen, zevk ölçütlerini olduğu gibi benimseyen bir insanın seyircisine saygısı yoktur. Bu tutumun tek bir anlamı olabilir; o da, seyircinin cebindeki paraları kendi cebine aktarmak isteğidir. Bu düşüncede olanlar yüksek sanatın ideal örneklerini vererek kamuoyunu eğitmektense diğer sanatçılara para kazanmanın yollarını öğretmeye kalkarlar. Seyirci ne yapsın, kendi doğruluğundan emin, kendi beğenmişliği içinde yaşamayı sürdürür. Kendi yargılarına karşı eleştirel bir tutum almayı öğretmediğimiz sürece seyirciyi önemsiyor sayılmayız.”
S. 184-185

“Bence sinemanın geleceği önünde dikilen en zararlı eğilim, kağıtta olanı kelimesi kelimesine çalışmaya aktarmak, daha önceden düşünülmüş, genelde spekülatif yapıları doğrudan beyaz perdeye yansıtmaya kalkmaktır. Filmsel yaratıcılık, doğası gereği canlı, değişken, sürekli hareket halinde olan dünyayı dolaysız bir şekilde gözlemlemekten zevk almayı gerektirir.”
S. 102

“Gülünç olmak demek birinin gülmesini sağlamak değildir. Aynı şekilde acındırma duygusu uyandırmak da seyircinin gözyaşları kanallarını harekete geçirmek olamaz. Bir abartma ancak, eserin tümünü kapsayan yapı ilkesi olarak, görüntü sisteminin bir özelliği olarak mümkündür, yoksa yöntemlerinden biri olarak değil. Bir oyuncunun el yazısı ne gösterişli olmalı ne de okunmaz. Bazen tam anlamıyla gerçekdışı olan bir şey gerçeğin ta kendisini dile getirir. Dimitri Karamazov daha o zaman şöyle demişti: “Gerçekçilik- ne kötü bir şaka!”
S. 166

KURBAN – Andrey Tarkovski
Dönemli Yayıncılık, 1988

“Kurban –ya da kendini kurban etme- konusunun bana neden bu kadar cazip geldiği sorusu fazla dolambaçlı yollara sapmadan kolayca yanıtlanabilir: İster tinsel bir ilke uğruna olsun, ister kendini kurtarmak uğruna – ya da her iki motiften birden kaynaklanıyor olsun- kendisini bir kurban olarak sanabilen kimse, beni dindar bir insan olarak öncelikle ilgilendiriyor. Çünkü, her şeyden önce böyle bir adım, her zaman ön planda yer alan egoistçe ilgilerden mutlak bir vazgeçmeyi gerektirir. Başka bir deyişle, söz konusu kişi hayati önem taşıyan bir durumda her türlü “normal” davranış mantığının dışında hareket eder. Maddi dünyanın ve onun yasalarının dışına çıkar. Bununla birlikte –ya da belki tam da bu yüzden- yaptığı eylem hissedilir değişikliklere yol açar. Her şeyini kurban etmeye, hatta kendisini kurban olarak sunmaya hazır olan kimsenin içinde hareket ettiği mekan, bizim ampirik deneyim mekanlarımızın karşı sahnesidir, ama bu yüzden daha az gerçek olması gerekmez.”
S. 170

“Küçük bir örnek bile uygar dünyanın materyalizme ne ölçüde teslim olduğunu açıklamak için yeterlidir: Açlık, para karşılığında kolaylıkla yok edilebilir. İşte kendisini umutsuzluk ve çaresizlik içinde bir psikiyatrın koltuğuna bırakan kimse de aynı mekanizmaya, para karşılığı mal mekanizmasına itaat ediyor demektir: Seansın ücretini öder, para karşılığında ruhunu hafifletir ve her şey bittikten sonra kendisini daha iyi hisseder; tıpkı bir randevuevinde “aşk” satın alanlar gibi. Oysa para karşılığında ne aşkı bulmak mümkündür ne de ruh huzurunu.”
S. 172

Zamanın İçinde Günlükler – Andrei Tarkovski
+1 Kitap, 2006

Çeviri: Seda Kervanoğlu Hay

“Endonezya’da iki milyon insanın doğrandığını gazetelerden okuduğumuzda hissettiklerimiz, buz hokeyi takımımızın bir maç kazanması halinde hissettiklerimizden farksız. Etkilenme derecemiz aynı! Bu iki olay arasındaki korkunç ayrılığı fark edecek durumda değiliz. Algı kanallarımız hiçbir şeyin farkında olmadığımız bir yere çöreklenmiş. Her neyse, bu konuda vaaz vermek istemiyorum. Belki de böyle olmazsa yaşamak mümkün olmayacak. Sadece önemli olan nokta şu ki, bazı sanatçılar var, yaşamın gerçek değerlerini hissetmemizi sağlar. Bu, onların ömürleri boyunca sırtlarında taşıdıkları bir yüktür ve biz bu yüzden teşekkür borçluyuz.”
S.11

“Dünyanın üzerinde durduğu üç kaide olan din, felsefe ve sanat insan tarafından sembolik olarak sonsuzluk düşüncesini gösteren kurumlar olarak geliştirilmiştir. Fakat aynı zamanda insan kendisi için kavranabilir (tabii aslında bu, gerçek değerler içinde olanaksızdır) olanın sembolüyle bu sembolü karşı karşıya getirir. İnsanlık böyle geniş kapsamlı daha başka bir şey bulamamıştır. Kabul etmek gerekir ki insan bunu içgüdüleriyle buldu: Tanrı’ya neden ihtiyacı olduğunu anlamadan (böylesi daha kolaydı!) ya da felsefeye (her şeyi, yaşamın anlamını bile açıklar!) ya da sanata (ölümsüzlük!).”
S.14

“Solaris’le ilgili bir huzursuzluk çıkacak diye çok korkuyorum. Şu lanet olası koridorlar, laboratuvarlar, alet odaları. Belki de imkansız. Allah bilir.
Tüm filmin 50.80 objektifle çekilmesi gerektiğini düşünüyordum. Fakat birçoğunda 35 objektif kullandık. Sonuç ne olacak bilmem. Çok endişeleniyorum. Film çekmek çok zor. Çok ama çok zor. Andrei Rublev’i çekmek buna kıyasla, pikniğe çıkmak gibiydi. Şu an yaptığımız, net düşünmek için zorlanmaktan yorgun düşmek ya da sıkılmak.
Andrei Rublev festivalde gösterilmedi. Gösterime girecek mi? Yine meraklanmaya başladım. Kesinlikle yeni bir filme başlamak istiyorum. Solaris’den bıktım, aynı Andrei Rublev’in bir aşamasında olduğu gibi. Ne yazık ki Rus yönetmenler her filme uzun bir çalışma süresi ayırmaya mahkumlar.”
S.40

“Sinema endüstrimiz, içinde bulunduğumuz şu an, elbette ki en berbat durumunu yaşıyor. Devlet sırf parayı sağlayan kendisi olduğu için yeni fikirleri çiğneyip geçmekte, yaratıcılıktan yoksun, çanak yalayıcı, ruhsuz bir çamura bulayıp bir kenara atmaktadır.
İki lafı bir araya getirmekten aciz birtakım omzu kalabalık yetkili, sinemamızı yerle bir etmiştir. Ana yapıdan ancak orada burada rastlanabilen yıkıntılar geriye kalmıştır. Son zamanlarda savaş öncesi İtalyan sinema tarihini okudum. Tanrım, bana olduğu gibi Sovyet sinemasını anımsatıyor. Şimdiye dek hiç bu denli düşmemiştik.

Solaris’imi bitirdim. Andrei Rublev’den daha armonik, daha amaca yönelik ve daha az örtük. Daha zarif ve daha uyumlu.”
S.52

“Moskova Festivali’nde bir tek Antonioni, Ayna kendisine gösterilmezse hemen orayı terk edeceğini açıklama nezaketinde bulundu. Uzun bir süre göstermek istemediler fakat sonunda boyun eğmekten başka çareleri kalmadı. Filmi çok beğendi. Benimle bile tanışmak istedi. İlgililer beni köyden toplantı için daha yeni çağırdılar.

Amerika’nın Sesi Radyosu’nda benim üzerime baskı uygulandığı ve filmimin Cannes ya da Batı Almanya ya da Locarno’ya gönderilmediği haberi verildi. Hepsi doğru.”
S.105

“Bir süredir içimde gittikçe daha da belirginleşen bir duygu var; sanki trajik sınamalar ve kırılan umutlar dönemindeyim. Ve bu aynı zamanda içimdeki o dayanılmaz yaratma dürtüsü tarafından daha önce hiç olmadığı kadar sarıp sarmaladığım bir an.
Filmin ses ve müzik kaydıyla uğraşıyorum, müzik umarım yakında bitmiş olacak… Epey uzun oluyor, fakat sonunda istenilen ölçüye uydurulabilir. Kareler de yavaş yavaş bir araya geliyor. Bu benim için iki nedenle yeni bir tarz; birincisi biçimde basit oluşu, ikincisi de işleviyle geleneksel tüm yaklaşımları yıkması.

Yapmak istediğim şey bugüne bakış biçimimizden sıyrılmak ve geçmişe dönmek; çünkü insanoğlu geçmiş yapmış olduğu birçok hata yüzünden bugün bir çeşit sis bulutu içinde yaşamaya zorunlu kılınıyor. Film, Tanrı’nın insan içinde varoluşu ve yanlış bilgilenmemiz sonucu spiritüelliğin ölümüyle ilgili. (Stalker’dan bahsediyor)”
S.142

“Tanrım! Yaklaştığını hissediyorum, başımın üzerindeki elini hissediyorum. Çünkü ben senin dünyanı senin yarattığın gibi ve senin insanlarını senin olmalarını istediğin gibi görmek istiyorum. Seni seviyorum Tanrım ve senden başka bir şey istemiyorum. Bütün bunların senin olduğunu kabul ediyorum. Beni senin değerli kölen olmaktan alıkoyan şey benim kötülük ve günahlarımın ağırlığı ve alçak karanlığı, Ah! Tanrım. Bana yardım et, Tanrım ve beni affet! Bir görüntü Tanrı’nın bizim görmeyen gözlerimize iliştirdiği hakikatin izlenimi.

Sanırım Stalker benim en iyi filmim olacak. Bunu bilmek iyi ama başka bir yararı yok. Ya da daha doğrusu kendime güvenimi arttırıyor. Bu, filmlerime fazla değer verdiğim anlamına gelmesin. Onları sevmiyorum, içlerinde değersiz, geçici ve yanlış çok şey var. (Stalker’da bunlar diğerlerinde olduğundan daha az.)”
S.149

“Dün Sophia Stockholm’den telefon etti. Bergman birlikte film yapma fikriyle çok ilgilenmiş, ne yazık ki 1983’e kadar tamamen doluymuş. Benimle tanışmayı çok istiyormuş. Sophia, Bergman’ın Andrei Rublev’i tam on kez izlediğini söylüyor.

Martine Offroy, Cannes’dan arayıp Stalker’ın büyük başarısından söz etti. Seyirciler, eleştirmenler ve jüriden gelen genel istek üzerine ikinci kez gösterilecekmiş.”
S.211

15 Aralık, Paris
” Bütün gün yattım, hiç kalkmadım. Midemin altında ve sırtımda ağrı var. Ve sinirlerde. Bacaklarımı kıpırdatamıyorum. Schwarzenber niye bu kadar acı çektiğimi anlayamıyor. Sanırım romatizmam kemoterapiyle azdı. Kollarım da ağrıyor, bir çeşit nevralji gibi bir şey. Düğümlenmiş gibiler. Çok zayıfım. Ölecek miyim? Bir başka seçenek var, o da Sarcelles Kliniği’nde beni tedavi eden doktorun hastanesi.

Hamlet? Eğer kollarım ve sırtımdaki ağrı olmasaydı, kemoterapinin iyi geldiği düşünülebilirdi. Ama şu an hiçbir şey için gücüm kalmış durumda değil, işte bütün sorun burada.”
S.302

Andrei Tarkovsky, 29 Aralık 1986’da Paris’te yukarıda defterine yazdığı son cümlelerden iki hafta, oğlunun Sovyet yetkilileri tarafından izinle ülkeyi terk etmesinden yalnızca birkaç hafta sonra öldü. 1982 yılında başlayan zorunlu sürgünüyle Sovyet sinemalarında yasaklanan ünlü filmleri yeniden gösterilmeye başlandı.

Klasik Sahne


“Hangi cettir o içimde söz söyleyen? Aynı anda hem aklımda hem bedenimde yaşayamıyorum ki tek bir kişi olabileyim. Binbir çeşit şeye bürünüyor içerim aynı anda. Geride büyük akıl hocalarının kalmaması çağımızın asıl felaketi. Yüreklere giden yolları karalar sarmış. Beyhude gelen o seslere kulak vermeliyiz. Uzun uzun kanalizasyon boruları, okul duvarları, asfalt ve sosyal yardım evraklarıyla dolu kafalarda böcek vızıltıları yer edinmeli. Her birimizin gözlerine kulaklarına büyük bir rüyanın tohumlarını serpmeliyiz. Kimisi çıkıp “Piramit yapacağız!” diye haykırmalı. Varsın yapılmasın, mühim olan orası değil! O arzuyu canlı tutmalı ve ruhu köşelerinden tutup uçsuz bucaksız bir çarşafmışçasına germeliyiz.
Dünyanın ileri götürülmesi isteniyorsa el ele vermeliyiz. Sözde sağlıklılarla, sözde hastaları iç içe sokmalıyız.

Ey siz sağlıklı olanlar! Ne manaya geliyor elinizdeki o sağlık? Tüm insanlığın gözü saplanıyor olduğumuz çukura çevrilmiş. Gözümüzün içine bakacak, bizim yanımızda karın doyuracak, başınızı aynı yastığa koyacak cesaretiniz yoksa beş para etmez o özgürlük! Dünyayı yıkımın eşiğine getirenler sözüm ona sağlıklılar değil mi ki zaten?

Bak, kardeş! Su da, ateş de, küller de içinde mevcut. O kemikler, o küller!
Gerçek dünyadan yahut hayal dünyamdan uzaktayken hangi diyarlarda geziniyorum? Dünyayla şöyle bir yeni anlaşma yaptım. Geceleri günlük güneşlik, ağustos ortası kara kış olsun. Büyük şeyler sona ersin, ufakları sürüp gitsin. Parça parça bölünmektense toplum yeniden tek vücut olsun. Doğaya şöyle bir bakınca yaşamın basitliği fark ediliyor. Eski günlere, yanlış yola sapılan o ana geri dönmeliyiz. Suyu bulandırmadan yaşamın can damarlarına geri dönmeliyiz.

Delinin teki çıkıp da “Kendinizden utanın!” diyorsa bu dünyanın dünyalığı kalmış mıdır? Ah anacığım, ah! Başının etrafında dört dolanan, sen gülünce daha bir belirginleşen o hafif şeye hava deniyor buralarda.”

Domenico – Nostalghia (1983) / Andrei Tarkovsky
Çeviri: Taner Yılmaz

Önceki makaleDocumentarist Belgesel Günleri 2010
Sonraki makaleAndrei Tarkovski Röportajı
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here