Ana sayfa Chris Morris Chris Morris Röportajı

Chris Morris Röportajı

1639
0


Chris Morris, intihar saldırısı planlayan bir grup talihsiz teröristin hikâyesini anlattığı ilk filmi Dört Aslan (Four Lions, 2010) ile çalışmasını kararlı bir şekilde yeni yönelimlere taşıyor. Kendilerini havaya uçurarak parçalara ayırmayı planlayan insanların yer aldığı bu filmde, “aslan” bir yüzleşmeden çok karanlık bir ironiyi ifade ediyor. Yıllar süren titiz bir araştırmaya dayalı olan film şaşırtıcı bir şekilde İngiltere’deki Müslüman cemaatiyle işbirliği sonucunda kotarılmış. Sundance ziyareti sırasında Bilge Ebiri tarafından Morris ile yapılan söyleşide filmle ilgili ayrıntıları, Howard Stern’i Jon Stewart’a tercih etmesini ve intihar bombacılarının psikolojisine yönelik görüşlerini öğrenebilirsiniz.

Bu yıl !f İstanbul kapsamında Türkiye’de de filmin gösterileceğini hatırlatalım..

Bilge Ebiri: Filminizde geniş bir şekilde mizah unsuru yer alıyor olsa da, aynı zamanda bazı açılardan çok ciddi ve trajik yönleriyle çok garip bir melez yapıya sahip.

Chris Morris: Sanırım uygun tanım ‘trajikomedi’. Eğer “Beyler, yaptığınız bu tarz planlar çok saçma” diyen bir film yapıyorsanız yalan söylüyorsunuz demektir. Mahkemedeki davalara gitmek ve çok sayıda insanla görüşmek gibi yaptığım araştırmaların sonucunda teröristlerin aynı zamanda mizahi olarak da noksan olabildiklerini ifade etme isteği duydum. Ancak, onlar da insan oldukları için elbette içlerinde teröristin ne olduğu görüşünü altüst eden yapıları da mevcut. Aynı zamanda, türleri esneten çok sayıda filmi beğeniyorum. Dr. Strangelove aslında mizah alışkanlıklarını da içeren ve bunları sunabilen yarım saatlik bir gerilim filmi. Filme bakarsanız hava üssüne saldırı ve uçağın içindeki ayrıntılar gibi örneklerin ciddiyeti kesinlikle türler arası bir yapıya sahip. Bunlar ciddi bir savaş filminden alınmış parçalar olabilirdi. Bir yerlerde mizah olmadığında bunun anlamsız hale geleceğini düşünüyorum.

Her ne kadar savaşa gitmeye hazırlanmakla ilgili olsa da, rahatsız olmadan arkanıza yaslanıp rahatlıkla izleyebileceğiniz Kısırdöngü’den (In the Loop, 2009) bazı yönleriyle daha karanlık bir film.

En başından sonuna kadar güldüğüm Kısırdöngü‘yü deliler gibi seviyorum. “Politikacıları siktir edin!” ve “Onlar bir grup budala değil mi?” diyen dünyanın çığlığını yansıtıyor. Asla ayaklarınızın altından halıyı çekip almaz. Bunda yanlış bir şey yok, ancak kendisini komedi olarak adlandıranlara elbette tamamen hoşgörüsüzüm. Kendisinin komik olduğunu iddia eden filmlere kendimizi rahat bırakarak ne kadar az gülüyoruz?

Bazıları günümüzde satirin ölü bir sanat iddia ediyor.

Satir devam ediyor. South Park satirik. Team America da oldukça satirik. Ancak satirin kendisi ham haliyle oldukça sıkıcı olabilir. Bazı çok yerinde kullanılmış gösterişli noktaları olmasa Dr. Strangelove da sıkıcı olabilirdi. “Bu satir, bu yüzden komiklik yapmamalıyım” gibi satirin genel kabul görmüş bazı formüllerinin olduğunu düşünüyorum. Bu formun içinde yer alabilirsiniz ve ben bununla gerçekten ilgileniyorum. Çok kabul gören bir formül.

Örneğin, Howard Stern’i Jon Stewart’a tercih ederim. Onun yaptıklarında doğal bir şekilde, sezgisel olarak altüst edici bir şeyler var. Kurallardan bağımsız ve öyle olması çok eğlenceli. Buna satir diyemezsiniz, ki bence satirden daha iyi. Komedi olmayan filmleri genellikle komedi olarak düşünüyorum. Mesela Şölen (Festen, 1998) bence çok eğlenceliydi. Benim için değerliydi çünkü çok sert vuruyordu. Öte yandan Tropik Fırtına (Trophic Thunder, 2008) gibi “Merhaba, ben komediyim” diyen filmler beni sinemaya karşı soğutuyor, ne kadar büyük bir para ve zaman kaybı.

Bize Dört Aslan için yaptığınız fetva ile ilgili araştırmasını anlatır mısınız?

Filmde maalesef belirli bir kaynaktan alınmayıp yaygın olarak kabul edilen şekliyle yer aldı. Yapımcıya bağlı bir konuydu ama eminim araştırmaya dayalıydı. Ayrıca, ben de bu konuda çok araştırma yaptım. Filmdeki senaryonun gerçeklere dayalı olmasını istedim. Radikal olmayan pek çok Müslümanla tanıştım ve İngiltere’nin farklı yerlerinde farklı toplulukların tutumları hakkında bana fikir verdiler. Böylece küçük radikal kesimlerin davranışlarının yarattığı sıkıntıdan kurtulabiliyorsunuz. Filmde Kuran’a saldırı, peygamberi karalama veya tanıştığım kişilerin % 99’unun önem verdiği şeylere olumsuz bir yaklaşım bulunmuyor.

Filmde, bazıları zorunlu veya politik davranılarak yapılan, Batı’nın Müslüman ülkelere yaptığı iğrençlikler gibi sahnelerin ve mağduriyetlerin bulunduğu sahnelerin olmaması bana etkileyici geldi.

Cihad için savaşan teröristleri Uluslararası Af Örgütü’nün militan kanadı gibi göstermeyi amaçlayan kurmaca çalışmalar var. Buna kanmam. Aynı zamanda, dramatik nedenlerden dolayı da bundan kaçınmak isterim. Omar’ın Afganistan’da bir okulda insansız hava aracı veya benzer bir araçla saldırıya uğradığı bir sahne olmasını istemedim. Böyle bir sahne bir anlamda çok kendine özgü olurdu. Elbette bu tür şeylerin yaşandığını biliyoruz. Tüm karakterleri alıp her birinin neden buna dâhil olduğuna yönelik olarak onları kategorize edebileceğinizi düşünüyorum. Örneğin, Kara Dullar (Black Widows-Rusya’daki kadın intihar bombacıları) Surrey’de gece kulübünü havaya uçurmayı planlayan kadınlardan oldukça farklılar. Onları aynı kabul etmek adil olmaz.

Omar’ın karısı olan karakterden söz etmek ister misiniz? Bir anlamda filmdeki en tedirgin edici karakter gibi görünüyor. Bir sahnede ılımlı, eğlenceli vb. iken başka bir sahnede kocasının kendisini havaya uçurması ve çok sayıda insanı öldürmesi fikrinin arkasında duruyor.

Bunun komik olmayan ve gerçeklere dayalı açıklaması şöyle; teröristlerin ortaçağ kafasında, “köktendinci ve ilkel” olduklarına yönelik bir efsane dolaştığını düşünüyorum. Özellikle İngiltere’de bunun tersine çok fazla kanıt var. Örneğin Mısır’da İslamcı olup sosyal anlamda ilerlemeyi savunan bir modern İslamcılık ideolojisi var.

Omar’ın kardeşini düşünelim; kadınların ayrı odalarda kalmasında ısrar ediyor ancak terörist değil. Karısına özellikle çok yer verilmedi ancak Omar gibi birisinin desteğe ihtiyaç duyduğunu göstermek istedim. Londra’da yaşamakta olup Afganistan’a gidecek ve kesinlikle ölecek olan bir adam kucağında dokuz aylık kızıyla neden gittiğini anlattığı bir video kaydetmişti. İyi bir şey için savaştığını düşünüyordu ve kızının büyüdüğünde anlayabileceğine inanmak istiyordu. Kesinlikle aileler ile ilgili böyle konular üzerinde çok fazla durmadım ancak Omar’ın karısı böyle bir söyleme dâhil olduğunda bu hayali bir sıçrama oldu.

Böyle bir filmi yapıyor olmanız hakkında görüştüğünüz Müslümanlardan nasıl tepkiler aldınız?

Genellikle cevaplar şaşırtıcı olarak: “Harika, geç bile kalındı. Bunu yapın” biçimindeydi. Bunu beklemiyordum. Bir sahneyi helal kebap restoranında çekmemiz gerekiyordu. Restoran sahipleri çekimler sırasında orada bulunmak istediler ve ben de orada kalabileceklerini söyledim. Bir süre sonra çok gürültülü bir şekilde güldükleri için onları çıkarmak zorunda kaldım. İngiltere’deki Müslümanlar tartışmanın içinde yer alma fikrini beğeniyorlar. Filmi bu nedenle yapmadım ancak onların verdikleri tepkiler beni şaşırttı. Bunun bir nedeni benim genellikle gençlerle görüşüyor olmam olabilir. Yaşlılar bu konularda biraz tutucu olabiliyorlar.

Röportaj: Bilge Ebiri / IFC.com
Çeviri: Erdem Korkmaz

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here