Ana sayfa Haber !f İstanbul 2011’den Öne Çıkanlar

!f İstanbul 2011’den Öne Çıkanlar

724
0

!f Kült

Santa Sangre

Alejandro Jodorowsky yaşayan en ilham verici yönetmenlerden biri olarak kabul ediliyor. Her ne kadar ilk bakışta korku filmi gibi görünse de, Santa Sangre’ye sadece bu şekilde bakmak filmin derinliklerindeki anlam katmanlarını gözden kaçırmamıza neden olur. Jodorowsky’nin oğlu Adan’ın canlandırdığı Fenix, ailesiyle birlikte sirkte yaşamaktadır. Bir gece, trapez sanatçısı olan annesi, kocasını başka bir kadınla fingirdeşirken görür. O gece çıkan tartışma sonucunda annesi babasının üzerine asit atar, babası ise intikam için tesetereyle annesinin kollarını kesip intihar eder. Tüm bunlara tanıklık eden Fenix kaçarak uzaklaşır. Yıllar sonra, Fenix akıl hastanesinden çıkıp kolsuz annesiyle yeniden bir araya gelir. Kendi rızası olmamasına rağmen, annesi onu kolları niyetine kullanır ve birlikte kanlı bir intikam yolculuğuna çıkarlar.

Fantastik Filmler

Surviving Life (Hayatta Kalmak)

Sıkıcı bir işe ve rutin bir evlilik hayatına sahip sıradan bir adam olan Eugene, rüyalarında kırmızılar içinde, genç ve güzel bir kadın görmeye başlar. Bildiklerine benzemeyen bu rüyaya o kadar takılır ki, bir psikanalist görmeye karar verir. Rüyadan kurtulmak için değil, görmeye devam edebilmek için. Bu seanslar, aynı rüyayı her gece başka biçimlere, Eugene’in hikâyesini de farklı boyutlara taşır. Hayatta Kalmak, usta Çek yönetmen Svankmajer’e atfedilen bütün özelliklere sahip: yaratıcı animasyonlarla rüyaları andırır hale gelmiş gerçeküstü imgeler. Terapi seanslarında Freud ile Jung’un portreleri içinden ettikleri kavgalar ise çok eğlenceli. Psikanalizin ustalarını hem onurlandırıyor, hem de onlarla dalga geçiyor. Ayrıca, anlaşılan bu Svankmajer’in son filmiymiş. Filmin başında, kendisinin de animasyon halini görüyoruz ve bize neden animasyonu tercih ettiğini anlatıyor. Kahkahalar atmak için, biraz psikanaliz ve gizem için ve de Terry Gilliam başta olmak üzere pek çok kişiye ilham olmuş bir ustanın son eserini görmek için
şahane bir fırsat.

Hit Filmler

Animal Kingdom (Hayvanlar Krallığı)

Kriminal bir aile. Ama az buz değil. Soygun, uyuşturucu hepsi var. Oğullarına aşkla bağlı, sıra sıra kokain çekmelerini bile şefkatle izleyen bir de anne var. Yıllardır görüşmediği kızı yüksek dozdan ölünce, torunu Josh’u da aynı oğulları gibi kucaklıyor. Bu garip sevgi ortamı, polis tarafından aranan büyük dayı Pope’un eve dönmesiyle ürkütücü olmaya başlıyor. Cinayet, intikam derken olaylar kontrolden çıkıyor. Kendini aniden bir kedi fare oyununun merkezinde bulan Josh, hayatta kalabilmek için çok akıllı davranmak zorunda. Martin Scorsese, F.F. Coppola gibi suç ustalarının filmlerini andıran öğeler barındırmakla birlikte, Hayvan Krallığı’nda Shakespeare oyunlarını hatırlatan bir atmosfer, deyim yerindeyse bir sapkınlık da var. Dramatik öyküsüne rağmen filmin acıklıdan çok eğlenceli olması ve basitçe ‘polisiye’ olarak tanımlanamaması biraz da bununla ilgili. Filmin çoğunluğunun geçtiği iç mekân çekimleri bu teatral havayı iyice arttırıyor. ‘Suç bulaşıcıdır’ ya da ‘kimse masum değil’ türü hikâyelerin sinemada asla eskimeyeceğinin kanıtı gibi olan bu filmi özel kılan, geleneksel mafya lezzetine kattığı marazi modern hayat dokunuşları.

Heartbeats (Hayali Aşıklar)

Hayali Aşıklar, yakın arkadaş olan Marie ve Francis’in, hayatlarına yeni giren yakışıklı arkadaşları Nicolas’a duydukları saplantılı aşkın stilize bir kaydını tutuyor. Marie kendine güvenen bir genç kadın, Francis ise telaşsız ve yumuşak başlı, şimdiye kadar ilişkilerinde kimseye bağlanmamış gey bir genç adam. Birlikte, kendilerinden memnun bir şekilde, hatta etraflarındakileri biraz da küçümseyerek partilerden, kafelerden ve hayatın içinden akıyorlar. Sonra, kendine güveni bol bir gezgin olan Nicolas giriyor hayatlarına ve her şey yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Marie ve Francis günlük hayatlarında gittikçe daha geniş bir yere sahip olan bu rahat karaktere iyice hasta oluyorlar. Nicolas ise, tam tersine, onlar yakınlaştıkça uzaklaşarak onları daha da delirtiyor. Hayali Aşıklar şiirsel, romantik ve tarzı olan bir film; bir yandan şahane bir güldürü, diğer yandan aşka ve arzuya içkin olan deliliğin şefkatli bir sorgulaması. Dolan, Hayali Aşıklar’ın senaryosunu, başrolü paylaştığı iki arkadaşıyla daha fazla zamangeçirebilmek için yazdığını söylüyor. Genç yönetmenin bu ikinci filmi de, geniş bir konu ve stil yelpazesine sahip olan Dolan’ın önümüzdeki yılların büyük isimlerinden olacağını kanıtlıyor.

Tuesday, After Christmas (Noelden Sonraki Salı)

Noelden Sonraki Salı samimi, yumuşak ve erotik bir yatak sahnesiyle açılıyor; kadınla adam bir sevişmenin ertesinde çıplak yatıyorlar. Film daha bu ilk sahnede izleyicisini, aşıkken insanın kendisini evinde hissedebilmesi üzerine düşünmeye teşvik ediyor. Paul ve Raluca’nın birbirlerine aşık oldukları çok belli, ama evli değiller. Paul on yıldır Adriana ile evli. Mara adında sekiz yaşında bir kızları var. Evlilikleri iyiymiş gibi görünüyor; iyi arkadaşlar. Ama Paul’un son altı aydır kızının dişçisi Raluca’yla bir ilişkisi var. Adriana, bir gün planları son anda değişince, Paul ile dişçide buluşmaya karar veriyor ve böylece ilk defa üçü aynı odada bulunuyorlar. Ondan sonra ise birşeyler değişmek durumunda kalıyor. Film, modern yaşamın ve evliliklerin parçası olan kırılgan ilişkileri yargılayıcı olmadan deşiyor. Arzu, güven, öfke, kıskançlık gibi katıksız duygular ve beceriksizce yaşanan anlar filmdeki harika oyunculuklardan sızıp bize vardığında, aşkın ve ihanetin hiç de basit olmayan geometrisini usulca gözlerimizin önüne seriyor.

Keş!f

22nd of May (22 Mayıs)

Sam bir alışveriş merkezinde güvenlik görevlisidir. Sıradan bir sabahtır, ta ki içeride bir bomba patlayana kadar. Sam birilerini kurtarmaya çalışırken bir şey olur ve olay yerinden kaçar. Kendine geldiğinde, patlamanın mağdurları tarafından ziyaret edildiği karanlık bir dünyada bulur kendini. Tek tek hepsinin hikâyelerinin içine çekilir, taşıdıkları üzüntülere ve hayal kırıklıklarına dahil olur. Nihayet bombacıyla karşılaşması bile beklediği gibi sorunsuz olmaz. Suçun ve masumiyetin birbirine çok yakın olabileceğini anlamaya başlar. Belçikalı yönetmen Koen Mortier, çok ses getiren tartışmalı ilk filmi Ex Drummer’ın ardından bambaşka bir yöne dönerek şaşırtmaya devam ediyor. 22 Mayıs, beklenmedik bir felaketin hemen ardından hissedilen suçluluğun, korkunun ve pişmanlığın izini sürüyor. Aklınızdan kolay kolay çıkmayacak, hayat ve ölüm hakkındaki fikirlerimizi sorgulayan, duygusal ve görsel olarak çarpıcı bir film.

The Four Times (Dört Defa)

Yaşlı bir çoban, İtalya’nın en güney noktasındaki Calabria tepelerinde, ortaçağdan kalma bir köyde yaşamının son günlerini geçirmekte, bir çok köylünün çoktan terk ettiği bu diyarlarda sürülerini gütmektedir. Çoban hastadır ve kilisenin zemininden topladığı tozun onu iyileştireceğine inanır. Bu tozu her gün suyuna karışıtırır ve içer. Yeni bir keçi yavrusu doğar. Yalpalayarak ilk adımlarını atışını, ilk oyunlarını izleriz. Sonra büyüyüp güçlenince o da otlaklara gider. Yakın bir yerlerde büyük bir köknar ağacı dağ rüzgârında salınmakta ve mevsimden mevsime yavaşça değişmektedir. Ve şimdi ağaç ölmüş, yerde yatmaktadır; kömürcüler
yüzyıllardır yaptıkları gibi onu kömüre çevireceklerdir. Dört Defa, yaşamın ve doğanın bitmeyen döngülerine ve zamansız mekânların kesintisiz geleneklerine şiirsel bir bakış. Pisagor’un, ruhun insandan hayvana, hayvandan bitkiye, bitkiden minerale geçtiğine inandığı dört kademeli eyahatten esinlenen bu harikulade belge-anlatı, dört farklı hayattan geçen bir ruhun hikayesini anlatıyor.

Adrienn Pál

Eski bir arkadaşı, aşırı kilolu olan Piroska’ya “üzgün” göründüğünü söylediğinde, Piroska hiç tereddütsüz cevap verir: “Yalnızca yorgunum.” Yaşadığı varoluş kriziyle başa çıkabilmek için kendini yemeye veren hemşire için hem ‘üzgün’ hem de ‘yorgun’ doğru tanımlardır. Uzun süredir bir hastanede, ölümcül hastaların kaldığı bölümde çalışan Piroska, ölümle iç içe yaşamaktan duyarsızlaşmıştır. Evdeki hayatı da pek iç açıcı değildir: Kendini fazlasıyla önemseyen kocası süekli Piroska’ya egzersiz yapması ve kilo vermesi için baskı yapmaktadır. Bir gün Piroska, uzun süredir varlığını unuttuğu çocukluk arkadaşı Adrienn Pál’ı hatırlar ve karanlık hayatında bir umut ışığı belirir. Arkadaşını bulmaya karar veren Piroska, eski okul arkadaşlarından öğretmenlerine, hatta Adrienn’la sonradan tanışan insanlara kadar birçok kişiyle iletişime geçtiği bir yolculuğa çıkar. Arkadaşıyla ve kendi çocukluğuyla ilgili öğrendiklerinin anılarıyla örtüşmediğini fark eden Piroska’nın yolculuğu, kendi içine dönmesiyle yepyeni bir anlam kazanır. Adrienn Pál, Macar yönetmen Ágnes Kocsis’in dört yıl önceki etkileyici filmi Fresh Air’den sonraki ilk filmi.

Ne Kadar Gerçek O Kadar Kurgu

I’m Still Here (Hala Buradayım)

Bu film, Joaquin Phoenix’in kariyerinin nasıl sona erdiğinin acıklı öyküsü mü, yoksa bir tür kandırmaca mı? Phoenix, parlak sinema kariyerini bıraktığını ve uzun zamandır hayalini kurduğu rapçilik için kolları sıvadığını duyuruyor. Kayınbiraderi Casey Affleck de bu macerayı en ince ve en korkunç ayrıntısına kadar görüntülüyor. Olan bitenler gerçekse, Affleck’in kayınbiraderinin en itici, zavallı ve iğrenç yanlarını bu şekilde ortaya koyabilmesi için ya Phoenix’ten nefret ediyor olması, ya da çok acımasız biri olması gerekir. Yok, eğer her şey bir kandırmacadan ibaretse, ortada dahiyane bir belgeselcilik ve nefis bir oyunculuk var. Phoenix adeta şöhretin tüm kötülüklerinin beden bulmuş hali. Etrafındakilere korkunç davranıyor, kokain çekip, sadece kendisinin güldüğü ırkçı espiriler yapıyor, içinde küfür geçmeyen tek bir cümle kuramıyor. Despot olduğu kadar ezik ve zavallı biri. Üstelik, rap konusunda hiç yeteneği olmadığı gibi bu hayalini gerçekleştirmek adına bir kararlılık da göstermiyor. Ara ara ünlü simalar görüyoruz; hepsinin de yüzünde “Bunlar gerçek olabilir mi?” ifadesi beliriyor. Phoenix, David Letterman’ın programında kendini madara ettiğinde iyice herkesin diline düşüyor. Herşey o kadar gerçekçi ki, bu kandırmaca Phoenix’in kariyerine malolmuş olabilir.

Önceki makaleHomofobiye Karşı Sanat
Sonraki makaleİstanbul Modern’den Panahi Retrospektifi
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here