Ana sayfa Haber Pembe Hayat KuirFest

Pembe Hayat KuirFest

815
0


Türkiye’nin ilk kuir festivali olan ve 17-24 Kasım tarihleri arasında Ankara’da Büyülü Fener Sineması’nda yapılacak Pembe Hayat Kuir Fest yaklaşıyor. Amerika’dan Kanada’ya, İsveç’ten Hollanda’ya, 15 ülkeden 50’ye yakın LGBT temalı film, Ankara’da ilk kez sinemaseverlerin karşısına çıkacak.

Pembe Hayat Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans (LGBT) Dayanışma Derneği’nin düzenlediği Festival, LGBT bireylere yönelik ayrımcılığa ve şiddete dikkat çekerken Türkiye’de kuir teorinin ve sanatın konuşulmasına, tartışılmasına olanak yaratacak.

Gökkuşağı İspanya’dan Portekiz’e uzanıyor
Pembe Hayat KuirFest’in son yılların en çok konuşulan ve ödüllü LGBT temalı filmlerini bir araya getirdiği “Gökkuşağının Altında” bölümünde Almanya’dan Fransa’ya, Portekiz’den Arjantin’e toplam 8 film Ankara’da ilk kez seyirciyle buluşacak.

Berlin Film Festivali’nde Panaroma bölümünde gösterilen ve CICAE (Uluslararası Sanat ve Deneme Sineması Konfederasyonu) Ödülü’nü alan Ander (2009), İspanyalı yönetmen Roberto Castón’un ilk kurmaca uzun filmi. Küçük bir köyde çiftçilik yapan, yaşlı annesi ve yakında evlenecek kızkardeşiyle birlikte yaşayan Ander’in monoton hayatının Perulu göçmen José’nin gelişiyle değişmesini anlatan film, toplumsal baskı altında erkekliğin nasıl kurulduğunu çarpıcı gözlemler ve oyunculuklarla anlatıyor.

İspanyalı yönetmenler Jon Garaño ve José María Goenaga’nın birlikte yönettikleri 80 Gün İçin (For 80 Days, 2010) geçen yılın ödül avcısı filmlerinden… San Sebastian’dan Hamburg, Amsterdam ve Torino’ya, pek çok festivalden ödül toplayan film, gençliklerinde çok yakın arkadaş olan Axun ve Maite’nin ilk öpücüklerinden 50 yıl sonra karşılaşmalarını anlatan etkileyici bir dram. Bask dilinde yapılmış ilk lezbiyen filmi de olan 80 Gün İçin, İspanya sinemasının usta oyuncularının eşliğinde yer yer gülümseyeceğiniz, sıkça da hüzünleneceğiniz, hafızalardan çıkmayacak bir yapıt.

Bu sene Sundance’da büyük ödül için yarışan Birkaç Günlük Mola (A Few Days Of Respite, 2010) Lübnanlı oyuncu Amor Hakkar’ın ikinci yönetmenlik denemesi. Hakkar’ın başrolünde de oynadığı film, eşcinsel oldukları için sevgilisi Hasan’la birlikte İran’dan Fransa’ya kaçan Muhsin’in birkaç günlüğüne konakladıkları köyde yalnız yaşayan Yolanda adlı bir kadınla tanışmasını ve yakınlaşmasını konu ediniyor. Etkileyici finaliyle hafızalara kazınacak film, İran’da eşcinsellere uygulanan zulmü anlatırken Fransa’nın göçmenlere bakışını da gözler önüne seriyor.

Bölümün son filmi ise Koş Lola Koş (Lola rennt, 1998), Cennet (Heaven, 2002), Koku (Perfume: The Story of a Murderer, 2006) filmleriyle kendine özgü bir dil yaratmış Almanyalı yönetmen Tom Tykwer’den geliyor: Üç (3, 2010). Geçen yıl Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışan ve Alman Ödülleri’nde yönetmen, kurgu ve kadın oyuncu dallarında ödül alan film, Hanna ve Simon’ın 20 yıldır süren ve artık tekdüzeleşen ilişkilerinde artık yeni birisine sığınmalarının ve birbirlerinden habersiz aynı adama aşık olmalarının hikayesini anlatıyor. Günümüz kentli insanlarına ve ilişkilerine alaycı bir yaklaşım getiren Tykwer, seyircinin ahlak anlayışıyla oynuyor ve bizlere alternatif bir ilişki modeli sunuyor.

Sinemada Trans Hikâyeleri
Sabine Bernardi’nin dünya galasını Berlin’de yapan ve Rainbow Honolulu ve Oslo LGBT film festivallerinden ödülle dönen filmi Romeolar (Romeos, 2011) kadından erkeğe transeksüel Lukas’nın Fabio adlı bir geye aşık olmasını anlatıyor. Fabio’nun Lukas’nın transeksüel olduğunu bilmemesi kritik soruyu da beraberinde getiriyor: Yıllarca kimliğini saklamak zorunda kalan Lukas, aşkı için buna katlanmaya devam edecek midir?

Odete (2005), O Fantasma (2000) gibi eşcinsel sinemanın modern klasikleri arasında yer alan filmleriyle tanıdığımız Portekizli yönetmen João Pedro Rodrigues’nin bol ödüllü filmi Erkek Gibi Ölmek (To Die Like A Man, 2009) yürekleri parçalayan bir dram. Drag yıldızı Tonia bir yandan yaşlandığını ve yeni kuşak kızlarla rekabet edemeyeceğini fark ederken, bir yandan da genç sevgilisinin “ameliyat ol” baskılarıyla uğraşmaktadır. Bunlar da yetmezmiş gibi Tonia ciddi bir hastalığı olduğunu öğrenir. Bütün bu yaşadıkları onu geçmişine, evine bir yolculuğa çıkaracaktır.

Teddy’ler KuirFest’e Geliyor
“Gökkuşağının Altında” bölümünde, 1987’den beri Berlin Film Festivali kapsamında dağıtılmaya başlanan ve LGBT sinemasının en prestijli ödülü sayılan Teddy Ödülü’nü almış filmler dikkat çekiyor.

Bu yılın Teddy’lerinde “En İyi Film” seçilen Arjantin yapımı Yok (Absent, 2011) yüzme hocası Sebastian ve öğrencisi Martin arasındaki gerilimli ilişkiyi anlatan, gösterildiği festivallerde büyük ilgiyle karşılaşan bir gey filmi. Plan B (2009) filmiyle tanıdığımız Marco Berger bu son filminde öğretmen-öğrenci, yaşlı-genç ilişkisi gibi ahlaksal tartışmalara yola açabilecek başlıklarla oynuyor ve Hitchcockvari bir gerilim kurararak seyircinin ilgisini sonuna kadar ayakta tutuyor.

Teddy Jüri Ödülü’nü alan Fransa yapımı Tomboy (2011) on yaşındaki Laure’nin cinsel kimliğini keşfetme sürecinde başından geçenleri anlatıyor. Hikâyesiyle yine festival kapsamında gösterilecek Pembe Hayat filmini hatırlatan film, özellikle amatör çocuk oyuncuların olağanüstü performanslarıyla dikkat çekiyor. Céline Sciamma’nın yönettiği ve bu yılın en çok konuşulan filmlerinden biri olan Tomboy, Philadelphia, San Francisco ve Torino gey ve lezbiyen film festivallerinde de ödülleri bulunuyor.

Ayrıntılar çok yakında
Gösterimlerin Büyülü Fener Sineması’nda gerçekleşeceği Pembe Hayat KuirFest’le ilgili ayrıntılı bilgiye çok yakında festival.pembehayat.org adresindeki web sitesinden ulaşabilirsiniz.

Önceki makalePera Film’den Jacques Demy Programı
Sonraki makaleRoma Film Festivali Sona Erdi
Sinemaya gönül veren bir grup sinefilin kurduğu Avrupa Sineması internet sitesi, Avrupa sinemasını daha geniş kitlelere tanıtmak ve bu filmlerle ilgili ufak da olsa bir tartışma ortamı yaratmak amacıyla kuruldu. Sitenin kuruluş amaçlarından biri de; tür sinemasını da yadsımadan, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığının vurgusunu yapmak. Metin Erksan’dan bir alıntı yapacak olursak; bilimlerin ve sanatların varoluşlarının sınırları, geçmişin derinlikleri içindedir… Sinema bilim; sinema sanatı ve sinema bilimi kapsamında; sanatsal düşüncenin ve uygulamanın, sinemasal düşüncenin ve uygulamanın, yaratısal düşüncenin ve uygulamanın, görüntüsel düşüncenin ve uygulamanın, çekimsel düşüncenin ve uygulamanın, oluşumunu, gelişimini, dönüşümünü saptar ve oluşturur. Bu nedenle bizler de günümüzde çekilen filmler dışında, geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuk yaparak; bu sanatı etkileyen filmleri ve yönetmenleri de tanıtmaya, eleştirmeye ve onların sinemayı nasıl algıladıklarını kavramaya gayret ediyoruz. Bir yandan da sinemanın diğer sanatlarla olan ilişkisini, filmler bağlamında tartışarak; sinemanın diğer sanatlardan ayrı düşünülemeyeceğini savunuyoruz. Bu amaçlarla, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda çekilmiş ve birbirinden farklı türlerde pek çok film eleştirisine yer vermeye çalışıyoruz. Sinemayı bir kültür olarak gören herkesin katılımına da açığız. Arzu edenler mail adresinden bizlere ulaşabilir, yazılarını paylaşabilir ve filmlerle ilgili görüşlerini iletebilir.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here