Bu seneki Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan tek Britanyalı yönetmen, Ratcatcher (1999) ve Morvern Callar (2002) filmlerinin 41 yaşındaki İskoç yönetmeni Lynne Ramsay’di. Ramsay’in yeni filmi We Need to Talk about Kevin, Lionel Shriver’ın 2003 tarihli çok satan romanının bir uyarlaması. Oğlunun lisede yaptığı katliamın üzerinden geçen yıllar boyunca Amerikalı bir kadının yaşantısını ve boşandığı eşine yazdığı mektupları konu alan film, Alice Sebold’un kitabı The Lovely Bones’un kendi başına yazdığı senaryosunun iptal edilmesinin ardından Ramsay’in 9 yıl sonra çektiği ilk film.
Filmin kitaptan farklı olduğunu duydum.
Daha en başından Lionel Shriver’a kelimeleri kullanmayacağımı, yapının farklı olacağını söylemiştim ama temel aynı kaldı ve Lionel da bunu sevdi. İyi bir sentez oldu. Kitaplar ve filmler farklıdır. Üstelik kitap da biraz kalındı (400 sayfadan fazla) ve bizim de çok az paramız vardı.
Neredeyse on yıl sonra kamera arkasına geçmek nasıl bir duyguydu?
Çok sevdim. Hazırlık aşaması kabus gibiydi çünkü finansal açıdan durumumuz belirsizdi. Fakat bir kez başladıktan sonra gerisi harika gitti. Filmi Amerika’da çektik, aramızda The Godfather’da çalışanlar vardı ve senaryo danışmanımız da birkaç Terrence Malick filminde çalışmıştı. Hiç para almadan çalışan mükemmel insanlardı. Amerikan bir indie filmi çekmek gibiydi sanırım.
Tilda Swinton hem başrolde hem de yapımcı. Onun görevi neydi?
Bu filmde hiç görmediğim kadar baş yapımcı vardı! Senaryoyu ilk yolladığım kişi Tilda’ydı ve 20 dakika sonra bana dönüş yaptı. Beni kafaladı ve onun sayesinde buluştuk. Sonrasında da filme çok inandı. Ama yıllardır oturup senaryo yazmamıştık. Senaryoyu yazdığım eşimle birlikte gerçekten çok çalıştık. Metnin üstünde en çok kafa patlatan, onu geliştiren biz ikimizdik.
The Lovely Bones yarım kalınca aynı enerjiyle Kevin’e mi başladınız?
The Lovely Bones’un ardından bir sene kadar biraz kabuğuma çekilmiştim. Ses getirecek bir şey yazdığınıza inandığınızda biraz zorlanıyorsunuz. Onca politik saçmalığa bulaşmak bile şevkimi kırmıştı. Tamamen afallamıştım çünkü kimse senaryomu nasıl bulduğunu söylememişti ve anlaşılan o ki yalnızca kitabın bir kopyasını istiyorlardı. Birkaç yıl öncesini öğrenmek de güzel olabilirdi!
2002’de siz senaryoyu yazarken konuşmuştuk ve aynı yıl kitap yayımlandı.
Kitap henüz tamamlanmadan önüme gelmişti. Kitap büyük sükse yapınca farklı bir şekle büründü ve Peter Jackson’ın yönetmesinin daha iyi olacağı düşünülen Spielberg işlerinden birine dönüştü (Steven Spielberg yapımcılardan biriydi). Bana göre kitabın ikinci yarısı bir film için uygun değildi.
Teselli olacaksa hayli kötü bir film ortaya çıkmış.
Kitabı kelimesi kelimesine takip ederse böyle olacağını düşünmüştüm… Ama evet, ben çok zaman ve emek vermiştim, mükemmel olduğunu düşünüyordum. Filmi kafanızda çekersiniz ama sonra onu kamerayla çekemeyebilirsiniz.
Duygusal açıdan da bağlanmışsınız…
Evet. Birlikte Morvern Callar’ı da yazdığım yakın dostum Liana Dognini ile çalışıyorduk ve o vefat etti. Karaciğer nakli yapılması gerekiyordu ve henüz çok gençti. Travmatik bir dönemden geçiyordum ki babamı da kaybettim. Bunun ardından bir süre boşluğa düştüm.
Ama yeni filminiz sizi mutlu etmiş gibi.
Bir işi tamamlamak, bundan tatmin olmak ve gereksiz şeyler yerine değer verdiklerini düşünmek güzel. Fitzcarraldo gibi bir mücadele verdim ve yaşadıklarımdan sonra bunun bir haksızlık olduğunu düşündüm ama sorun değil. Benim kadar uzun sürmese de her yönetmen bunları yaşar. Şimdiye dek çok şey yaşadım ama ileride başka bir sürpriz daha yapacağıma eminim!
Dave Calhoun’un yaptığı bu röportaj Timeout‘ta yayımlanmıştır.
Röportajı çeviren: Melih Tu-men